Baltıkların yeşil cenneti Riga

Evening view on the embankment of the Daugava River and the spiers of churches in Riga.

800 yıllık tarihi, eşsiz kültürel yapısı, muhteşem mimarileri, şehrin tam
ortasından geçen Daugava Nehri, yemyeşil parkları, bembeyaz kumsalları ile
ziyaretçilerini büyüleyen bir ortaçağ şehri…
Yazı ve Fotoğraflar: Günnur Gündüz Ayar
Baltık Denizi’nin doğu kıyısında yer alan Letonya’nın başkenti Riga, Baltıkların
en büyük başkenti olma unvanını taşıyor. Bizler Riga’yı Sertap Erener’in
Eurovision şarkı yarışmasında birinci olduğu şehir olarak tanıdık.

City Hall Square with House of the Blackheads and Saint Peter church in Old Town of Riga in the evening, Latvia


Riga’ya ilk gittiğimde yemyeşil parkları, parklardaki müzisyenlerin şehre yayılan
dingin tınıları beni büyülemişti. Riga’nın yüzölçümünün yarısından fazlası
orman ve yeşil alanlardan oluşuyor. Bu sebeble de Avrupa’nın yeşil cenneti
olarak anılıyor. Hem şehir içinde hem de şehir dışında birçok yemyeşil parklar
bulunuyor. Şehir içindeki en güzel parklardan biri Özgürlük Anıtı’nın yakınındaki
ortasından Pilsetas Kanalı geçen Bastejkalns. Bu kanal eski ve yeni şehri
birbirinden ayırıyor. Kanalda deniz bisikletine binenlerin yemyeşil çimenlere
uzanıp güneşlenenlerin çokluğu ile Letonların yeşile ne kadar tutkun olduğunu
anlıyorsunuz.


1201 yılında kurulan Riga, 800 yıllık tarihi içerisinde birçok ülkenin işgaline
uğramış bu sebeple de farklı kültürleri bir arada bulunduruyor. Bugün
kozmopolit yapısının ülkeye kattığı zenginlik turistler için önemli bir neden olsa
da Letonlar bunun bir şans olduğunu düşünmüyor.
Kurulduktan sadece 1 yıl sonra Almanların istilasına uğrayarak Alman saldırı
üssü olarak kullanılmaya başlanmış. Piskoposlar, şövalyeler ve Alman toprak
ağaları tarafından yönetilen şehir 1282 yılında Hansa Birliği’ne katılımıyla
13’üncü yüzyılda doğu ile batı arasından önemli bir ticari geçiş yolu haline
gelmiş. Baltıkların ekonomi ve ticaret merkezi haline gelmesi gelişimine oldukça
büyük katkı sağlamış. 16’ncı yüzyılda Polonyalılar ve ardından İsveçlilerin eline
geçmiş. 18’inci yüzyılın başlarında Büyük Kuzey savaşları sırasında Rusların
egemenliğine girmiş. Rusların egemenliğinde önemli bir liman kenti haline
gelmiş, stratejik konumu nedeniyle raylı ulaşımı da oldukça gelişerek, St.
Petersburg’tan sonra Sovyetler Birliği’nin 2’nci büyük şehri haline gelmiş.
1918’de bağımsızlıklarını ilan etmişler ama bu süreç içerisinde Nazilerin

saldırısına uğramışlar. 1940’ta tekrar Sovyetler Birliği’ne bağlanmışlar. 1991’de
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla da bağımsızlıklarına kavuşmuşlar.
800 yıllık tarihi boyunca gururlu ve zengin olmanın ardından hepsini kaybedip
savaşın, hastalıkların esiri olup sonrasında her şeyi geride bırakıp tekrar gururlu
olmanın deneyimini fazlasıyla yaşamışlar. Bu gururu saf bir Letonla yaptığınız
kısa bir sohbet içerisinde yoğun olarak hissedip içinizden hak veriyorsunuz. Saf
bir Leton diyoruz tabii bu kadar işgalin ardından bunu koruyabilenlerin sayısı
oldukça az kalmış. Bağımsızlıklarını kazandıkları günden bugüne kadar da sürekli
çalışarak, sanat, kültür ve ekonomi alanında gelişmeyi ihmal etmemişler. İlk kez
kendi istekleriyle bir birliğe katılmaları da 2004 yılında Avrupa Birliği’ne kabul
edilmeleriyle olmuş.

Mimarlar için bir vaha….
700’den fazla Art Nouveau mimari örneği ile dünyada bu akımın en çok
görüldüğü kent diyebiliriz. Almanya’da olduğu gibi bu akım, Riga’da da
Jugendstil adıyla anılıyor. Rusların egemenliğinde bulundukları sırada önemli bir
ticaret merkezi olması, Riga’da birçok bankanın açılmasına neden olmuş. Bu
bankalarda çalışmaya gelenler, zengin ve şaşalı çok güzel evler inşa ettirmiş.
Böylece şehir Jugendstil mimarisinin kalbi haline gelmiş. Bugün Riga’nın
Elizabetes, Strelnieku ve Alberta Caddeleri bu mimarinin en güzel örnekleri ile
dolu. Bu bölgede yer alan binaların yarıdan fazlasını ünlü Sovyet yönetmen
Sergey Eisenstein’in babası Mikhail Eisenstein tasarlamış.

UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesine alınan “Eski Şehir”…
Şehrin tarihi dokusunu oluşturan yapılarının başında St. Peter’s Kilisesi,
Brotherhood of the Blackheads Evi, Dome Katedrali, Büyük ve Küçük
Guildhalls, St. Jacob’s Kilisesi, Riga Kalesi ve Özgürlük Heykeli yer alıyor.
St. Peter’s Kilisesi’nin kulesine çıkarak ortasından Dauguva Nehri geçen Riga’nın
panoromik fotoğrafını çekmenizi öneririm. Tüm Baltıkların simgesi haline gelmiş
Dome Katedrali, Roma-Gotik-Barok ve Klasik stillerin harmonisiyle görülmeye
değer bir mimariye sahip. 18’inci yüzyılda dünyanın en büyüğü olarak kabul
edilen orgu da bu katedralde görebilirsiniz.
Büyük Guildhalls’ın tam karşısında yer alan Cat House’ın ilginç bir öyküsü var.
Büyük Guildhalls’a yani Büyük Esnaflar Odası’na kabul edilmeyen bir esnaf ,

binanın tam karşısına bir bina yaptırır ve en üzerinde de siyah kızgın bir kedi
figürü koyar. Böylece Esnaflar Odası’na kızgınlığını dile getirmek istemiş.
Özgürlükleri için bu kadar mücadele etmiş bir ulusun en önemli simgelerinden
biri de şehrin orta yerinde yükselen Özgürlük Heykeli… Halkın bağışlarıyla
yapılan 42,7 metre uzunluğundaki bu Özgürlük Heykeli Letonlar için
anavatanlarına olan sevginin ve özgürlük mücadelesindeki uzun ve zorlu sürecin
anısını ifade ediyor. Milda olarak adlandırılan bu heykelin en üstünde 3 tane
yıldız taşıyan bir kadın figürü bulunuyor. Bu üç yıldız Letonya’nın Kurzeme,
Vidzeme ve Latgale isimlerindeki üç ana bölgesini sembolize ediyor.

En büyük övünç kaynakları National Opera…
En zor günlerinde bile ilk yatırımlarını Opera binalarına yapan Letonlar için
sanat günlük yaşantılarında çok önemli bir yer tutuyor. 1837-1839 yıllarında
müzikal tiyatronun direktörlüğünü Richard Wagner’in yapması, dünyanın en
ünlü baletlerinden Mihails Barisnikovs’u yetiştirmiş olmaları, Robert Schuman,
Hector Berliöz, Fiodor Shaljapin, Leo Blech, Anton Rubinstein gibi önemli
sanatçıların bu sahnede yer almasıyla gurur duyarlar.

Noel ağacı ilk kez Riga’da süslenmiş…
Noel ağacının süslenmesi ilk kez Riga’da gerçekleşmiş. 1510 yılının Noel gecesi,
Blackheads olarak adlandırılan bekar tüccarlar birliğinin binası House of The
Blacheads’te eğlenceler dışarı taşmış. Meydandaki çam ağacının etrafında dans
etmeye başlayan tüccarlar ellerine geçen süsleri ağaca atıp en sonunda da koca
ağacı yakmışlar. Bu, süslenen ilk Noel ağacı olarak kabul ediliyor. Geleneğe
dönüşen bu hareketi Martin Luther ağacı eve sokarak, ateşe vermek yerine de
mum asarak şimdi uygulandığı haline kavuşturmuş.

Letonya’nın Baltık Denizi kıyısında yer alan spa cenneti Jurmala…
Bembeyaz kumsalları ve orman içerisinde yer alan romantik ağaç evleriyle
Letonya’nın sayfiye bölgesi Jurmala, Riga’ya sadece yarım saat mesafede.
Tertemiz çam kokulu havası, dingin atmosferi, şifalı suları, çamur kürleri ile
Baltık Ülkeleri’nin en ünlü Spa otelleri, yerli halkın ve turistlerin rehabilitasyon
merkezi olarak anılmasına sebep olmuş Jurmala’nın.. Hava kirliliğini önlemek
amacıyla araba girişlerinin ücretli olduğu bu şirin sahil kasabası ruhunu

arındırmak isteyenler için mükemmel bir fırsat. Baltık Denizi, bizler için koyu
renkli suyu ile çok çekici gelmese de bu sahil kasabası, yazları öyle renkli bir hale
geliyor ki mutlaka uğramaya değer derim.

Black Balsam
Riga’ya gidipte geleneksel likörleri Black Balsam’ı denemeden dönmek olmaz.
Letonlar, Balsamı kahvenin içine katarak , votka veya meyve suları ile karıştırıp
içmeyi çok seviyor. Eczacı Abraham Kunze tarafından 18’inci yüzyılda 24 çeşit
baharat ve bitkinin karışımıyla oluşturulan Black Balsam aynı zamanda
geleneksel bir ilaç. Soğuk algınlığı ve sindirim sorunlarını iyileştirmede kullanılan
bu karışım, Letonya’ya ziyareti sırasında hastalanan Büyük Rusya İmparotoriçesi
Catherine’nin iyileşmesini sağlayarak oldukça ünlenmiş.