“The Artisan İstanbul MGallery” Accor markasının Premium segmentindeki şehir otellerinden biri olarak Gümüşsuyu’nda misafirlerini ağırlamayı sürdürüyor. Otelin genel müdürü Bozkurt Atabek, yakın bir zamanda tamamen yenilenen otellerini ve hobilerini Gentleman’a anlattı…

Accor markası otellerinden “The Artisan İstanbul MGallery” şehrin primium segmentteki otelleri arasında öne çıkanlardan biri… 30 yılı aşkın otelcilik tecrübesi ve birikimiyle The Artisan İstanbul MGallery’nin renovasyon sürecinde de büyük katkılar sağlayan isimlerden biri ise otelin Genel Müdürü Bozkurt Atabek… Dünyanın çeşitli otellerinde yöneticilik yaptıktan sonra yeniden Türkiye’ye dönen Ataberk’ten “The Artisan İstanbul MGallery”nin renovasyon sürecini, felsefesini ve hizmet kalitelerini dinledik…
Gentleman: Bozkurt Bey bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Ne kadardır otelcilik sektöründesiniz?
Bozkurt Atabek: 30 seneden fazla bir süredir (32 yıl kadar oldu) bu mesleğin içindeyim. Dokuz Eylül Üniversitesi Turizm Otelcilik Bölümü’nden okurken otellerde çalışmaya başlamıştım. Benim çalıştığım yıllarda staj uygulaması pek yoktu. Onun için de biz direkt otellerde çalışmaya başlamıştık.


G: Akdeniz’de turizmin yeni yeni geliştiği dönemler olsa gerek, değil mi?
B.A: Akdeniz turizminin ilk ivmelerini aldığı zamanlardı. Yatırımlar yeniydi. Aslen esas yatırımlar 1980’lerin başlarında başlamıştı. 90’ların sonlarına kadar da şu anki kadar yoğun bir yapılaşma sahillerde yoktu. Sahil otellerimiz de bu nedenle o dönemler sınırlıydı, ama güzeldi de. Okul bittikten sonra İstanbul’da çalışmaya başladım. The Marmara Oteli’nde görev aldım. 6-7 sene kadar burada bulunduktan sonra da 1999 senesinde Marriott Hotel’den gelen bir teklif ile Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşme kararı aldım. 15 sene Amerika’da çalıştım. Bunun 10 yılı Marriott hotelleri ve Hilton’larda genel müdürlük pozisyonunda oldu. Doğu kıyısı boyunca çok yerde çalıştım. En son Türkiye’ye dönmeden önce bir rezidans işletme firmasında New York Bölgesi Genel Müdürü olarak görev aldım. 2014 yılı ortalarında da tekrar Türkiye’ye geri döndüm…

G: Peki bu dönüş kararını nasıl aldınız?
B.A: O sırada bazı talihsizlikler oldu, annemin rahatsızlığı söz konusuydu. Zaten biz döndükten 3 ay sonra da rahmetli oldu. Aynı zamanda yeni doğan bir çocuğumuz olmuştu, o da pek Amerika’da büyüsün istemedik. Üstüne buradan da bir teklif gelince üçü birleşmiş oldu ve “Herhalde bu bir işaret” diyerek dönüş kararını aldık. Martı Otel açılmıştı o dönem Taksim’de, ‘luxury’ klasmanında bir oteldi, orada 1 yıl çalıştıktan sonra 4.Levent’teki Mövenpick Hotel’e geçtim. 5 sene kadar da orada çalıştım. Ardından da şimdi bulunduğumuz The Artisan Istanbul MGallery’e geçiş yaptım. Pandeminin başına denk gelmişti bununla beraber oteller kapanmak zorunda kalmıştı. Biz de oteli kapatmak zorundaydık. Ama bundan faydalanıp oteli bir renovasyon sürecine soktuk.

G: Hazır söz otele gelmişken, hem bu renovasyon sürecinden hem de biraz The Artisan Istanbul MGallery’den bizlere bahseder misiniz bizlere?
B.A: 2020 yılının başında pandemi süreci ile beraber otelin renovasyona girmesi zaten kararlaştırılmıştı. Daha öncesinde Mercure markasıyla çalışan bir otelde burası. Renovasyon ise pandeminden önce planlanmıştı esasında ama pandemi ile birlikte otel kapanınca daha hızlı bir şekilde bu yenileme yapıldı. 137 odası vardı, bir odasını iptal ettik. Üstünde bir restoranlık yerimiz yoktu o odayı da iptal ettikten sonra şu an içinde bulunduğumuz çatı restoranı düzenlemiş olduk. Hali hazırda dördü suit olmak üzere 136 tane odamız mevcut. MGallery markasıyla Accor’un Premium segmentindeki oteli olarak hizmet veriyoruz. Otel bu süreçte baştan aşağı tamamen yenilendi. Böyle bir proje için çok uzun bir yenileme olmadı. Mart ayı gibi kapandığını düşünürsek kasım ayında yaklaşık 6-7 aylık bir süreçte tüm renovasyon işlemini bitirerek oteli hizmete soktuk.
G: Misafir profiliniz nasıl?
B.A: Taksim Bölgesi’nin misafir profili çok önemli tabii. Bu bölgede daha çok Orta Doğu, biraz da Kuzey Afrika taraflarından misafir profili mevcut. Renovasyondan geçtikten sonra bu profilin biraz daha azı kalıp daha çok Avrupalı misafir tarafında volum kazandığını gördük. İngiliz, Alman, Amerikan Kanadalı ve Rus misafirlerimiz var. Orta Doğulu konuklarımız da oluyor ama nispeten diğerlerine oranla daha az olduğunu söylemek mümkün.
G: Restoran kısmına da biraz değinecek olursak, çok güzel bir manzarası olduğunu söyleyebiliriz. Ne tür lezzetler sunuyorsunuz burada?
B.A: Restoranımızı 6 sene önce Bozcaada’da bir restoran açıp işletmeye başlayan iki tane hanımefendinin işletmesine verdik. Bozcaada’daki restoranın adı Madam Niça… Keza buranın da adı aynı. Mutfakları çok özel ve lezzetli… Mübadele mutfağını kendi şeflerinin yorumuyla konuklara sunuyorlar. Çok başarılı ve pırıl pırıl bir de şefleri var…
G: Peki bu lezzetler arasında sizin favoriniz hangileri?
B.A: Hepsini ayrı ayrı seviyorum ama genel bir menünün yanı sıra haftalık sundukları menüleri de var. Her gün aynı yerde yemek yediğiniz zaman aynı yemeklerden sıkılabiliyorsunuz. Onun için ben buranın haftalık değişen menülerini çok seviyorum. Değişen menülerde arkadaşlar çok değişik lezzetler sunuyorlar. Mevsimlik olarak taze ne bulabiliyorlar ise onu alıp “bu hafta biz bunu bu kadar bulduk, onu yapabiliriz” diyerek yorumluyorlar. Örneğin Eylül ayına kadar çok güzel domates salatası vardı. Renkli domateslerle yapılmış salataları harikaydı. Çanakkale’den özel üreticisinden alıp getiriyorlar. Malzemelerin tamamı organik ve çoğu da kadın kooperatiflerinden temin edilen ürünler. Bölgesel ürünlerden elde edilmiş yemekleri yapmayı tercih ediyorlar. Sezonluk taze ve devamlı değişen lezzetleri buluyorsunuz. Yaz sezonunda Bozcaada’daki restoranlarını da sahipleri çalıştırmaya devam ediyorlar. İki tane kadın girişimcinin burada olması bizim için çok tamamlayıcı bir şey. Neden diye soracak olursanız, MGallery’nin hikayesi kadınsal bütünlüğü ifade eder. MGallery ve iki tane kadının işletmeciliğini yaptığı böyle bir restoranın otelin çatısında hizmet veriyor olması da bizim için hikayemizi tamamlıyor. Onun için de Madam Niça’nın burada olması bizim için de çok önemli. Bu arada Madam Niça’nın da kendi içinde bir hikayesi var. O hikaye de Bozcaada’da işlettikleri restoranın bulunduğu binanın ilk sahibesi olan Domi Niça isimli bir kadının hikâyesinden geliyor.
G: MGallery markasının The Artisan Istanbul dışında başka otelleri de var mı Türkiye’de?
B.A: İstanbul’da bir tane daha MGallery otelimiz var, o Galata’da. Üçüncüsünü ise bu yaz Bodrum Yalıkavak’ta açtık. Bunların hepsi premium segmentte hizmet vermekte…
G: Bulunduğunuz bölge Galataport’a da oldukça yakın. Sizce Galataport sektörü nasıl etkileyecek?
B.A: Henüz daha değil ama sezona girdiğimizde Galataport’un çok etkisi olacağını düşünüyoruz. 2015’ten beri cruise gemileri İstanbul’a gelmiyordu. İstanbul için gemiler çok önemli bir iş de aslında. Gemilerden inen misafirlerin İstanbul’da alışveriş yapmaları hem de İstanbul’un bir hub olarak gemi turizminde kullanılıyor olması bu şehir için çok önemliydi. Başlangıç noktası ya da bitiş noktası İstanbul olduğu zaman misafirler bir ya da iki gün önce gelip İstanbul’daki otellerde konaklayıp sonrasında gemilere binerek buradan denize açılıyorlardı. Bir gemide nereden baksanız 3 ila 5 bin arasında insan olduğunu düşünürseniz, her odada da ortalama iki kişi kaldığını varsayarsanız bu bin 500 ila iki bin 500 arasında potansiyel oda oluşturuyor. 2022 yılında 7-8 geminin İstanbul’a yanaşması gibi bir durum söz konusu. İstanbul’a 20 ila 30 bin arasında bir katkısı olacağını düşünmekteyiz. Bu sadece oteller için de değil, Kapalı Çarşı esnafından tutun da bütün İstanbul’un ticaretine olumlu etki yapan bir süreç olacaktır.
G: Peki pandemi sürecini göz önünde bulundurursak, turizm açısından 2022 yılı sizce nasıl geçecek? Beklentileriniz neler?
B.A: 2022’den bizim beklentimiz çok fazla. Şu ana kadar 2022 için güney otellerinde çok hızlı bir ön rezervasyon olduğunu duyuyoruz oradaki arkadaşlarımızdan. Keza biz de bunun yansımalarını İstanbul’daki otellerde görmeye başladık. Hızlı bir rezervasyon akışı İstanbul için de var ama. Tabii Omicron’un çok yaygın olması nispeten etkiliyor. Ama önümüzdeki günlerde daha da hızlanacaktır.
G: Peki doluluk oranları nasıl?
B.A: 2021 için konuşursak, güzel oranları yakaladığını söyleyebilirim. Biz yüzde 74-75 civarında doluluk oranı yakaladık. Esasına bakarsanız salgın olmadığı bir dönem için bile bu ortalama gayet iyi, bizim beklemediğimiz daha iyi bir rakam olduğunu söyleyebilmemiz mümkün. Bunun büyük ihtimalle en büyük sebebi de insanların 2020’de neredeyse tamamen izolasyonda kalarak seyahat edememeleri oldu. Bu da onun ardından gelen bir patlama diyebiliriz. Bu patlamanın 2022’de daha da artarak devam edeceğinin işaretlerini alıyoruz. Otelciler olarak görebildiğimiz rakamlar bize ümit veriyor…
G: Siz günde kaç saat çalışıyorsunuz?
B.A: O hiç belli olmuyor bizim otelcilik sektöründe. Esasında bizimki çok boş olduğunda bile yoğun olan bir iş. Boş olduğunda daha çok organizasyonel ve stratejik konularla; dolu olduğunda ise operasyonel konularla yoğun geçiyor. Otel dolu daha çok çalışıyoruz, boşken daha az çalışıyoruz gibi bir kavram yok bizim için. Tamamıyla işin durumuna göre günde nereden baksanız minimum 10 saat olmak üzere 13 saat kadar çalışıyoruz, ama bazen üst limiti bile olmuyor. Şehir otelcileri olarak bizim misafirlerimizin bir kısmı iş insanı olduğundan onlar sabah erken kalkıp kahvaltı ile beraber kendilerini hazırlayıp, 8.00 -8.30 gibi otelden çıkmaları gerekiyor. Bizler de otellerin yöneticileri olarak güne daha erken başlamalıyız ki operasyonel olarak kontrolleri gerçekleştirebilelim. Onların geri dönüşleri, operasyonel ve stratejik ihtiyaçları derken buradan çıkmamız uzun çalışma saatlerini alabiliyor.
G: Hobileriniz var mıdır, bu yorgunluğunuzu nasıl atarsınız?
B.A: Haftada iki ya da üç gün salona giderek ter atmak spor yapmak istiyorum yapabildiğim kadarıyla. Onun dışında tenis oynamayı seviyorum, fırsat buldukça da tenis oynarım. Spor dışında mümkün olduğunca şu sıralar her ne kadar yapamazsak da eş, dost ve akrabalarla bir araya gelerek zaman geçmeyi tercih ediyoruz.
G: Kaç çocuğunuz var?
B.A: Bir tane 9 yaşında kızımız var. Onunla zaman geçirerek, spor aktivitelerine vakit ayırmaya çalışıyorum. Açıkçası hafta sonları kendim için çok fazla bir şey yaptığımı söyleyemem.
G: Saatlerle aranız nasıldır, marka tercihinizi sorsak?
B.A: Saatleri severim, uzun süredir Rolex kullanıyorum. Değişik marka saatlerim de var ama genelde klasik tercih ediyorum.
G: Giyimde hangi markaları seversiniz?
B.A: Marka olarak genellikle Beymen ya da Vakko’dan aldığım İtalyan ayakkabıları tercih ediyorum. Türkiye’de maalesef çok kaliteli ayakkabı üretimimiz olmasına rağmen kösele tabanlı ayakkabı bulmakta çok zorlanıyorum. Bu nedenle İtalyanlarda hala bulabiliyoruz o tarzı. Bunun dışında Ermenegildo Zegna, bazen de Hugo Boss gibi markaları tercih ediyorum. Kalıpları bana daha çok uyuyor.
G: Siz hem iş için hem de merakınız gereği çok fazla ülke ve şehir gezdiniz. Sizi etkileyenler hangileri oldu?
B.A: Ben Avrupa tarafına seyahat etmeyi diğerlerinden daha çok seviyorum. Çünkü tarihi bakımda beni çok etkiliyor. Uzak Doğu falan da görmek çok güzel ama Avrupa’nın kültürü beni derinden etkilemiştir her zaman. Kitap okuyarak zaman geçirmeyi de çok severim. Orada da genelde araştırma ve tarihi üzerine bir şeyler okurum. Avrupa tarihi, Avrupa’daki bir takım şehirler ve yerler her zaman öne çıkmıştır. Mesela Madrid benim tercih ettiğim şehirlerin başında gelir. Çok uzun yıllardır başkent olması, İspanya’nın başka yerlerine ulaşım imkanı gibi nedenleri ve oradaki tarih benim ilgimi çekmiştir. Her şeyin arkasında bir hikayesi olması gerekir diye düşünüyorum. Her ne olursa olsun arkasındaki hikayedir onu güzelleştiren. Bir tabloya baktığımızda ya da bir müzeyi gezdiğinizde yüzlerce binlerce eser görürsünüz. Ama onların arkasındaki hikayeleri bilmiyorsanız hiçbir şey ifade etmez. Sadece bir eserdir ve görüp geçersiniz. Ama onun hikayesini dinleyip okuyorsanız, o zaman iş farklı oluyor. Mesela Gaziantep’e gidin Zeugma’yı gezin çok güzel seramikler vardır. Ama o her seramiğin arkasında da bir hikaye vardır. O hikayeyi bilmiyorsanız önünden geçer, 5 dakikada bitirip çıkarsınız. Ama hikayeyi biliyorsanız insanı etkileyen ve orada tutan şey de o işte hikayedir bence. Aynı şekilde şehirler de böyle benim için…