Kayseri’de Başlayıp Modern Sanat Balerisinde Biten Bir Başarı Hikayesi: Otomol

“Sık sık söylüyorum. ‘Ben iflah olmaz bir iyimserim ve öyle olmaya devam ediyorum. Bu ülkede, yaşadığım topraklarda bir başarı hikayesi gördüm mü, elimi, dilimi hiç tutmuyor, anlatıyor ve övüyorum. Hele hele Anadolu’dan, yoksul ailelerinden çıkmış, kasabalardan gelmiş insanların başarı hikayesi ise, daha da büyük gurur duyuyor ve yazıyorum…”

Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturduktan bir süre sonra şöyle bir durumla karşılaştım. 1990’lı yıllardı. Yabancı ortaklı bir Türk şirketinin Türk mühendisleri yepyeni bir kamyon modeli geliştirmiş ve bunu piyasaya çıkarmıştı. Önüme bir fotoğraf geldi. Çizgileri çok modern bir kamyondu ve bunu gerçekleştiren yönetici ve çalışanlar aracın önünde gururla poz vermişti. Yazı işleri toplantısında arkadaşlara “Bunu manşet yapalım” dedim. Hemen itiraz geldi. Nedeni şuydu: “Özel bir şirket, iyi bir haber. İyi haber manşet olmaz…”

ARKADAŞLARI DİNLEMEDİM VE O ŞİRKETİ ÖVDÜM DE ÖVDÜM

O dönemde zihniyet böyleydi. Gazeteci sadece eleştirir, yerden yere vururdu. Başarı hikayesi yazmak, övmek büyük bir meslek ayıbı idi. Dinlemedim, “Yapalım” dedim. Onların dediği gibi oldu. Öteki gazetelerdeki bir çok arkadaştan, köşe yazarından epey dayak yedim. Ama yılmadım ve o hurafeyi yıktım…  

KENDİM DE KAHRAMANLAR MAHALLESİ’NDEN GELDİĞİM İÇİN

Sık sık söylüyorum. “Ben iflah olmaz bir iyimserim” ve öyle olmaya devam ediyorum. Bu ülkede, yaşadığım topraklarda bir başarı hikayesi gördüm mü, elimi, dilimi hiç tutmuyor, anlatıyor ve övüyorum. Hele hele Anadolu’dan, yoksul ailelerinden çıkmış, kasabalardan gelmiş insanların başarı hikayesi ise, daha da büyük gurur duyuyor ve yazıyorum. Çünkü kendimi de İzmir’in Kahramanlar Mahallesi’nden çıkmış bir başarı hikayesi olarak gördüğüm için, o insanları daha iyi anlıyor, daha da övüyorum. Yani altında biraz da “Kendimi övemiyorum, bari kendime benzeyenleri öveyim” duygusu da yok değil…

BUGÜNKÜ KONUM ARABADA GİDERKEN GÖRDÜĞÜM BİR MARKA

Bir süreden beri İstanbul’da bazı yerlere giderken bir marka dikkatimi çekiyor.  “Otomol…”

Nedeni de şu. Bu markanın altında 3 büyük küresel marka duruyor. Mercedes, BMW ve Volvo…Müthiş modern  binalar ve içinde bu markalar yan yana… Birbiriyle rekabet eden bu üç marka nasıl olur da aynı binada, aynı çatı altında olabilir diye biraz araştırdım. Altından çok ilginç bir başarı hikayesi çıktı. Meğer Otomol, bu üç çok büyük otomobil markasının “Yetkili  bakım servisi şirketiymiş…” Oysa bunların her birinin Türkiye’de kendilerine ait bakım servisleri var. Her biri dev bu üç marka aynı çatı altında nasıl bir araya gelebilir ki… Bakın nasıl olmuş bu birlikte görelim.

ŞİRKETİN GİRİŞİNDE GÖRDÜĞÜM İNANILMAZ KOLEKSİYON

Bu başarının altında Osman Baykan ismi var. Gidip onunla konuştum. Şirketin İstanbul’daki merkez binasında onun geniş ofisine giriyorum. Katın girişinde inanılmaz bir dikiş makinası koleksiyonu var. Ama bugüne kadar hiçbir yerde görmediğim kadar çok sayıda ve en eskiden bugüne gelen bir koleksiyon bu… Sonra çok çarpıcı bir modern resim ve heykel koleksiyonu bekliyor sizi. Ofis masasının tam arkasında devasa bir Atatürk portresi var. Gelin önce bütün bunları yapan Osman Baykan’ı tanıyalım.

OĞLUM GİT BOĞULACAKSAN BÜYÜK DENİZDE BOĞUL

Kayserili bir ailenin çocuğu…1991’de askere gidiyor. Hayatıyla ilgili en önemli kararı asker dönüşü alıyor ve o günleri şöyle anlatıyor: “Bir asker arkadaşım vardı, ‘Gel Ankara’da biz hamburger işi yapalım’ dedi. Ben de evdekilere ‘Kayseri’ye gelmeyeceğim Ankara’ya yerleşip hamburger işi yapacağım’ dedim. Babam da bana ‘oğlum boğulacaksan git büyük denizde boğul İstanbul’a git o zaman’ dedi.” Hikaye işte böyle başlıyor. Tabii İstanbul’da tanıdığı kimse yok. Babasına “Tamam büyük denizde boğulayım da nasıl iş bulacağım, ne yapacağım” diye sorar. Babası ‘Ben sana iş bulacağım’ der ve böylece, kendi deyişiyle “Tesadüfen” İstanbul’a gelir. Önce tekstil sektörüne girer. Ama sektör dediğimle bakıp, şu bildiğimiz tekstil patronu oldu sanmayın. Gelin şimdi onunla sohbetimi birlikte okuyalım:

ERTUĞRUL BEY MEĞER İKİMİZ DE HAMALLIKLA BAŞYLAMIŞIZ İŞE 

Ertuğrul Özkök: Tekstil işine kot kumaşı üreterek değil kot yaparak girdiniz o zaman değil mi?

Osman Baykan: Ertuğrul Bey bir dakika, tekstil işine girdim ama, öyle patronluk katından değil, arka kapıdan bile değil, yan kapıdan girdim. Önce kot satan bir yerde hamalıkla başladık. Gidip kamyondan kumaş indiriyorduk.

Ertuğrul Özkök: Ben de yaptım biliyor musun?

Osman Baykan: Öyle mi? 

Ertuğrul Özkök: Paris’te öğrenciyken bursluydum fakat evliydim ve çocuğum vardı. Aldığım burs tabii yetmiyordu. Paris’in Sentier Bölgesi’nde Yahudi bir konfeksiyoncunun yanında ben de hamallıkla başladım, sonra kupör oldum.   

Osman Baykan: Demek ki kimiz de hayata hamallıkla başlamışız. Sonra yavaş yavaş kumaş mesleğini öğrenmeye başladım. Kendime küçük bir kumaş mağazası açtım. Sonra “Madem kumaş satıyorum, şundan pantolon diktirip öyle satayım” dedim. Küçükten tekstil üretimine başladık. Bir gün, birkaç makine alıp şu fermuarı biz dikelim, paçayı bir yapalım diye düşündüm. İşte böyle yavaş yavaş kendimizi kumaş satıcılığından tekstil üretimine geçmiş bulduk.”

Evet böyle başlayan bir kariyer ve bugün Türkiye’nin en büyük Jean üreticisi haline gelmiş. Porföyünde Zara gibi bir dev var. Daha bir çok marka var. 

Artık yurt dışında markaları da var.  

Tekstilde sadece blue jean’de kalmak riskli değil mi? Cevabı şu: “Başka ne yapabilirsin, triko ve gömlek… Ama bence bir alanda ihtisaslaşmak daha doğru…  Onun her şeyini biliyorsun…” 

Böylece askerden dönen Kayserili bir genç bir tekstil devi yaratmış. 

YENİ VE MUCİZE BİR İŞ MODELİNİN 

DOĞUŞU

Buradan, arabada giderken dikkatim çeken konuya geliyoruz. Otomol şirketinin kuruluşuna.  Nasıl böyle yepyeni bir iş modeli oluştu?

Osman Baykan:  Otomotiv tarafı şöyle abi. Biz 3 kardeşiz. Ben tekstil işinde hep duvar yapıp duvar yıkan biriyim. Çünkü bazı departmanlar büyürken bazı departmanlar küçülüyor. Bu nedenle hep duvar yıkıp yaptığımdan bizim birader abi inşaat işi yapsan sen dedi bir gün. Ne işimiz olur inşaatla dedim. Sen yaparsın abi dedi bana. Ben de sonra otomotiv yapayım dedim. Böylece bulaştık yani. 2013’te girdik. Ve o günden bugüne kadar sektörde alışılmamış bir sistemde premium segmentte neredeyse bütün markaları tek çatı altında yetkili olarak temsil ediyoruz. 

ONUN AĞZINDAN İLK DEFA BLOK  

MUAFİYET KANUNUN İŞİTİYORUM

Ertuğrul Özkök: İşte benim asıl merak ettiğim konu bu. Birbiriyle kıyasıya rekabet eden bu üç markanın bakım hizmeti işini nasıl aynı çatı altında toplayabildin? Bu yepyeni bir iş modeli çünkü…

Osman Baykan: Blok Muafiyet Kanunun sayesinde.

Ertuğrul Özkök: Nedir o hiç duymadım.

Osman Baykan: Avrupa Birliği,  üye ülkelerde rekabetin artırılabilmesi için düzenlemeler yaptı, kanunlar çıkardı. Bunlar AB yasaları entegrasyonuyla Türkiye’ye de geldi. Belirli standartları sağlayan hizmet sağlayıcılarının buraya o ürünleri ithal eden kişiler tarafından belirli standartları sağladıktan sonra o hizmeti verme zaruriyeti diye adlandırabiliriz. 

Ertuğrul Özkök: Sizin gibi başka var mı?

Osman Baykan: Yatırım olarak ve yönetilmesi kolay değil. Bu nedenle aynı anda aynı yerde yok. …

Ertuğrul Özkök: Ben yine de konumunuzu tam anlamadım. 

Osman Baykan: Haklısınız bunu anlatmakta bazen güçlük çekiyoruz. Mesela geçen gün biri dedi ki ‘garantisine daha var bitince getireyim’. Niye diye sordum, garanti bizde de geçiyor dedim. ‘Öyle mi’ diye sordu. Açıkçası bunu anlatmakta biraz zorlanıyoruz. Biz yetkili servisiz. Yetkili satıcılarda durum ne ise bizde de aynı…

HAYAT PAHALI İNSANLAR YETKİLİ SERVİSLERİ PAHALI BULUYOR

Ertuğrul Özkök: Yetkili servisler ile ilgili bu hayat pahalılığında başka bir sorun var. Yetkili servislerin çok pahalı olduğu, o nedenle bir sanayide yaptırmanın daha uygun olduğu yönünde algı var. Bizde bir Jaguar var, o yapılacak gidip soruyorlar neredeyse dışarıdan aldığının dört katı fiyatı servis veriyor. 

Osman Baykan: Bu işten çok para kazanmıyoruz. 4 kat dediniz ya bizim normaline göre çok büyük paralar kazanıyor olmamız lazım. Sen orijinal parçayı aracına takarsan bunun bir fiyatı var, aksi zaten mümkün değil. Bunu da benim aldığım bir yer var ve belli bir fiyatın altına alamıyorum. Ben yüksek bir kar marjı ile çalışmıyorum. 

Ertuğrul Özkök: Hayat artık pahalı, üst orta sınıfları bile etkiliyor artık. Çünkü herkesin kendine ait bir yaşam kalitesi var ve o kaliteden herkes feragat ediyor. Kimisi ekmek-yumurta alamazken kimisi daha lüks ihtiyacını karşılamıyor. 

Osman Baykan: Burada 10 numara hizmet alırsınız ki bizden hizmet alan müşteriler çok memnundur. Tamamen kurumsal hizmet veriyoruz. Olması gerektiği gibi yapılıyor. 

KULLANDIĞINIZ PARÇALAR ORJİNAL Mİ

Ertuğrul Özkök: Peki siz mesela ana distribütörden daha ucuza birşeyi mal edebiliyorsanız daha uygun fiyata verebiliyor musunuz yoksa belli bir politika var mı?

Osman Baykan:  Bazı konularda hareket kabiliyetimiz var. Parçanın yüzde 30’unu  distribütörden satın almak zorundayım. Yüzde 70’ini yurt dışından alabilirim. Yüzde 100 tüm parçalar orijinal bizde.

Ertuğrul Özkök: Peki orijinal olmayan parça kullanma hakkınız var mı?

Osman Baykan: Var, eşdeğer parça. Yurt dışından da orijinal satın alabilirsiniz. Mesela Almanya’daki BMW servisinden (parçacısından) satın alıp kullanabilirsiniz. O da  orijinaldir ama bunu beyan etmeniz lazım. Bir de eşdeğer parça tanımlaması var, örneğin aynı ürünü Bosch üretim BMW’ye satıyor, ama belli bir zaman sonra onu piyasaya da satabiliyor. O arada da bir fiyat farkı oluşabiliyor. 

“ORGANİZE İŞLER” FİLMİNİN 

ÇEKİLDİĞİ BÖLGEDE İKİ KULE

Ertuğrul Özkök: Son sorum bir İzmirli olarak. Öğrendiğime göre kentsel dönüşüm çerçevesinde İzmir’de iki tower (kule) yapıyormuşsunuz. Nerede bunlar?

Osman Baykan: İzmir’de liman bölgesine doğru girişte eski fabrikaların bulunduğu yerde.

Ertuğrul Özkök: Orası Yenidoğan Mahallesi’ne yakın bir bölgedir.  Oraya ‘Teneke Mahalle’ denirdi. Çok güzel bir mevkidedir. Orası. Orası da neresidir biliyor musunuz, Yılmaz Erdoğan’ın ilk Organize İşler filmini çektiği mahalledir. Herkes orayı Dolapdere zanneder halbuki o meşhur cenaze sahnesi falan hep orada çekilmiştir.