“Modanın Kraliçesi” Dilek Hanif

Türk modasının dünyadaki en tanınmış temsilcilerinden biri olan Dilek Hanif ile atölyesinde buluştuk ve samimi bir sohbet gerçekleştirdik…

Dilek Hanif… O Türk modasının en ünlü isimlerinden biri… Paris Couture Haftası’nda koleksiyon sergileyen ilk Türk olan Hanif, Jane Fonda, Miranda Kerr ve Sophia Bush gibi dünya yıldızlarının tercihi…

Gentleman: Dilek Hanım moda ile geride kalan 33 yıl… Hikayenin en başından başlarsak, modaya olan merakınız kimden?

Dilek Hanif: Modaya olan merakım sanırım içine doğmuş olmamdan. Çok küçük yaşlarda, 7 yaşında ilk okul yıllarımda annemin mesleğiydi mağazacılıktı. Daha sonra erkek kardeşim imalat işine girdi ve bununla beraber de çok ufak yaşlardan itibaren hem atölyeyi teneffüs ettim, hem satışı teneffüs ettim. Bana hep içinde olmayı çok istediğim kendimi iyi hissettiğim bir alandı. Çok doğaldı dolayısıyla da sonra ister istemez onun içinde oldum. Bir de okuldayken hep resim ve dikiş dersinde çok iyiydim, el becerisi gerektiren ve zamanla iyi olduğum alanda daha da ilerledim. İster istemez kendimi işin içinde buldum diyelim.

G: Nasıl bir aileniz vardı, çocukluk yıllarınız nasıl geçti?

D.H: Çalışan bir annenin kızıydım, bir de erkek kardeşim vardı. Annem hep bildim bileli çok çalışıyordu. Dolayısıyla tabii öyle bir ailede büyümek bana örnek olarak da çalışan bir annenin kızı olmak, otomatik olarak çok doğal ve böyle olması gerekiyor hissini verdi. Annenin yoğun  çalışması alışık olduğum bir ortamdı. Bizimle evde anneannem ilgilenirdi. Kuzenlerimizle çok güzel, sevecen, kalabalık bir aileydik. Yazları annem çalıştığı için biz teyzemin yazlığında olurduk, Kuzenlerimle  hep beraber koşturup oynadığımız çok güzel bir çocukluk dönemi geçirdim açıkçası.

G: Türk modası denince akla ilk gelen kadın modacılardansınız. Dilek Hanif bunu nasıl başardı?

D.H: Ben de kendi kendime soruyorum bazen acaba nasıl başardım diye… Açıkçası düşündüğüm zaman en önemli noktalardan biri çok çalışkan bir insan olmam. İlla başlarım diye çalışmıyorum, benim yapımda o çalışma sevgisi var.  Annemden mi geçti bilmiyorum ama bu çalışma disiplinimi annemden çocukluk yaşlarımda görerek öğrendim. Tasarımcı kısmımı ise babamdan aldığımı düşünüyorum. Çalışmayı çok küçük yaşlardan itibaren çok sevdim. Okuldayken yaz tatillerinde anneme  ‘ne olur dükkanı ben açayım’ diye yalvarırdım. ‘Söz veriyorum, erkenden uyanacağım, dükkanı ben açacağım’ derdim. Çünkü o ortamı çok seviyordum. Arkadaşlarım devamlı program yapmalarına rağmen ben çalışmak istiyordum. Gelen giden müşterilerle ve o ortamda olmak, satış yapmak insanları o ürünle ilgili bilgiler vermek… Bunlar bana inanılmaz keyif verirdi. Başarıyı severek çalışma ve disiplinin getirdiğine inanıyorum. İş hayatını başından beri hep ciddiye aldım onun dışına kendinize güven ve çalıştığınız insanlarla o güven ve saygı dengesine kurabilmek çok önemli. 

G: Kariyer yolculuğunuzda “kırılma noktam” dediğiniz bir dönemeç oldu mu?

D.H: Kırılma noktası derken, başka bir boyuta geçmek ise bahsettiğimiz 2004’te Paris Couture Haftasına katılan ilk Türk tasarımcı olmak hayatımda bir  “Kırılma Noktasıydı” benim. Ona karar verdiğimde 2002 yılında Aya İrini’de ilk Couture defilemi yapmıştım. Onun hemen arkasındaki kendi kendime dedim ki “Dilek eğer couture alanında kendini geliştirmek ya da kendinin nerede olduğunu anlamak istiyorsan, Türkiye’nin dışına çıkmalısın”. Çünkü Couture haftası sadece Paris’te olan bir hafta ve bütün dünya devlerinin katıldığı bir etkinlik, “orada bir başarı yakalayabiliyor, musun onu görmelisin” dedim kendi kendime. Böylece, o cesareti bulup Paris’e gitmeye karar verdim. İlk gidişimizde oldukça zorlu bir süreç yaşadık, orada bir federasyona başvuruyorsunuz ve kabul ederlerse ancak katılabiliyorsunuz dolayısıyla uzun bir süreçti. Gerçekten inanılmaz çok şey öğrendim. Özellikle couture alanında bu kadar ileri bir dereceye gelmemde tabii ki Paris’in çok büyük etkisi oldu diye düşünüyorum.

G: Moda sürekli kendini yenileyen bir olgu… Modacılar “modaya” ne kadar uymak zorunda? Bu anlamda kendinizi özgür hissediyor musunuz?

D.H: Bence modacılar buna çok uymak zorunda değiller, uymamalılar. Her tasarımcının kendine ait belli bir stili ve tarzı olmalı çünkü sen beni Dilek Hanif olarak belli bir stilde tanıdın benim gidip her sene moda neyse yapmam doğru bir yaklaşım olmazdı. Dolayısıyla birçok marka kendi çizgisini belirler ve o çizgi üzerinden müşterisi ile buluşur. Benim için de böyle, olması gerekeni de böyle olduğunu düşünüyorum. ‘Fast fashion’, zaten bir modacı değil. Bunlar marka ve trend ürünleri alıcılarla daha uygun fiyatlara buluşturuyorlar. İki farklı dünya aslında bunlar. Ben ise bir tasarımcıyım ve kendi tarzımı kendi müşterimle buluşturmam en doğrusu. 

G: En çok zorlandığınız dönem hangisiydi diye sorsak?

D.H: İlk kendi atölyemi kurduğumda 1991 yılıydı. Sonra birkaç sene sonra zannediyorum bir körfez krizi oldu ve o zaman çok zorlandığımı hatırlıyorum. Çünkü bir sürü ürün yaptık, marka da tam o sıralarda oldukça güzel büyüyordu. Bütün Türkiye genelinde birçok yerde satıyorduk. İlk başlarda ben de hazır giyim ile başlamıştım. O dönemde çok zorlandık birçok şirket battı kimseden alacağımızı alamadık. Yakın zamanda da tabii ki pandemi dönemi zor oldu. 

G: “İyikileriniz” ve “keşkeleriniz”?

D.H: Hiç kimse benim çalışmamı istemedi.  Annem kendine çalışan bir kadın olmasına rağmen istemedi ama ben iyi ki de onları dinlememişim, direnmişim. O dönemlerde babam çok karşı çıkmıştı. Biliyorsunuz daha farklı zamanlardı. Ama ona rağmen ben de ona rest çekmiştim ve ‘Hayır çalışacağım’ demiştim. Dolayısıyla ‘iyi ki kimseyi dinlememişim’…  Aslında çok keşkem yoktur, ama bir tek okul bittikten sonra lisan eğitimi için Londra’ya gidecektim. Babam o noktada gitmemi istemedi. Aile içinde bir gerginliğe yol açtı. Ben de gitmedim sonunda. Halbuki keşke gitseymişim, lisan konusunda daha da iyi olsaydım bugünkü işimde de faydalarını görürdüm.

G: Günümüz modası için Dilek Hanif neler söyler?

D.H: Günümüz modası gittikçe acayipleşiyor. Bir kadının üzerinde hiç olmaması gereken birçok şey görüyorum ama ‘Şaşırmıyorum’.  Çünkü her şeyde olduğu gibi  “sıra dışı” olmaya çalışırken “ekstremlere” kaçılabiliyor. Bunlar daha geçici ve gündem yaratmak için varlar. 

G: Biraz da son dönem işlerinizi konuşalım, yeni koleksiyonlarınızdan bahseder misiniz bizlere?

D.H: Devamlı yeni bir koleksiyon yapıyorum. Senede dört ayrı koleksiyon yapıyorum ve iki sezon yapıyorum ama benim koleksiyonlarım 60-100 parça değil. Couture, zaten belli 20-25 parçadır. Onun dışında hazır giyimde iki bir yaz bir kış yapıyoruz, şimdi de yeni bir ‘Reserved’ koleksiyonu yapıyoruz. Özellikle pandemiden sonra kullanılan malzemelere daha da çok dikkat etmeye başladım.  Türkiye’nin 20 iline dolaştım , Halk Bankası sponsorluğunda ve NTV ile projemizdi. Yok olmaya yüz tutmuş kumaşları ve el işlerini inceledim. Ülkem için ne yapabilirim diye düşünürken bu benim için çok güzel oldu. Yok olmaya yüz tutmuş ürünleri daha farklı şekilde yorumlayıp, bugün kullanılabilir hale getirmek gibi bir proje oluştu. Bu sene Bodrum Mandarin’de bir mağaza açtım ve orada bu ürünleri satıyoruz. Yabancıların da çok ilgisini çekiyor çünkü tamamen elde yapılmış özel teknik ve kumaşlardan yapılmış bir seri…

G: Daha çok kimlerle çalışıyorsunuz? Yurt dışından tanıdığımız isimler var mı müşterileriniz arasında?

D.H: Ortadoğu’da çok fazla üst düzey ve kraliyet ailelerinden müşterilerimiz var. Bizim pazarımızda bugünkü müşterilerin çoğunu Ortadoğu, Rusya ve Azerbaycan’dan gelen Müşteriler oluşturuyor. Onun dışında  bugüne kadar çok fazla ünlü giydirdim ama bunlar arasında beni en çok heyecanlandıran isim Jane Fonda’dır. Bir Oscar Gecesi için benim couture parçalarımdan birini giydi. Daha sonra da Vanity Fair’in partisinde tercih etti. Tarzını ve stilini çok beğendiğim bir insan, bir ikon dolayısıyla bu benim için heyecan vericiydi. 

G: Sosyal medyanın büyümesiyle o alanda da moda fenomenleri doğdu. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi de sormak isteriz.

D.H: Benim alanımın dışında bir şey bu. Bizim müşterilerimiz zaten buralardan alışveriş yapmıyor dolayısıyla beni çok etkileyen bir alan olduğunu düşünmüyorum. Daha uygun fiyatlı ve  hızlı ürün almak isteyenleri ilgilendiriyor.

G: Biraz da hobi konuşalım.  Dilek Hanif boş zamanlarında neler yapmaktan keyif alır?

D.H: Hangi boş zaman… Ben evi çok seven bir insanım. Evde vakit geçirmekten çocuklarımla olmaktan çok keyif alırım. Boş vakitlerimde evde olabilmek benim için bir hobi diyebilirim. Çünkü çok fazla boş vaktim olmuyor.  Onun dışında spor yapmayı çok severim, haftanın belli günleri gidiyorum, sabahları yürüyüş yapıyorum. Vaktim olsa resim yapmayı çok seviyorum, gençliğimde de yağlı boya tablolar yapardım ama şimdi bu iş temposunda vakit buldukça evde sakince zaman geçirmek iyi geliyor. 

G: En sevdiğiniz lezzetler ve mekanlar hangileri?

D.H: Yemek yemeyi çok severim her ne kadar sağlıklı beslenmeye dikkat ediyor olsam da yediğim zaman da güzel bir şey yemek isterim. Özellikle balık ve türevleri tercihim. Onun dışında hafta sonu kahvaltılarında simite bayılırım. İstanbulda olmadığım zamanlarda özlediğim lezzetlerden biridir. Çin mutfağı ve Hint mutfağını da çok severim. Mekan olarak da Bebek Balıkçısı sık gittiğim mekanlardan biridir. 

G: Günlük yaşamınızdaki giyim tarzınızı nasıl özetlersiniz?

D.H: Çok sade ve net çizgileri olan bir kişiliğim vardır dolayısıyla günlük yaşantımda da az ve özü severim. Her şeyi bir arada kullanmayı hiç sevmem. Herkesle aynı şeyi yapmayı da hiç sevmem. Dolayısıyla herkes bir şeyi giyerken onu giymeyi çok tercih etmem. Zamansız sade ve şık parçaları tercih ederim ama bazı günler de canım biraz daha frapan giyinmek ister öyle giyinirim

G: Müzik zevkiniz nasıl?

D.H: Türk sanat müziğini çok severim onun dışında uzun uçak yolculuklarında ise klasik müzik dinlerim. Bambaşka bir hissiyat veriyor insana…

G: En son okuduğunuz kitap?

D.H: Uzun zamandır aslında istediğim gibi kitap okuyamıyorum. Çok yorgun oluyorum ama en son “Tanrılar Okulunu” okudum, çok güzel bir kitaptı.