Saatçilikte vizyon değişiyor

Türkiye’de saat sektörünün öncü şirketlerinden Şark Saatçilik, eylül ayında Kanyon Alışveriş Merkezi’nde mağaza açarak dikkatleri üzerine çekti. Şirketin patronu Mustafa  Eliaçık değişen dünyaya ayak uydurmak gerektiğini söylüyor….Eliaçık’a göre dünyada bir vizyon değişikliği oluyor ve bunun sancısı çekiliyor…

Saat sektörünün kuvvetli isimlerinden Şark Saatçilik… Uzun yıllar İsviçre’de bulunduktan sonra Türkiye’ye dönen Mustafa Eliaçık’ın şirketi. Kendisinin saat dünyasıyla iç içe bir yaşamı var. Yenilikleri, değişen dünyaya nasıl ayak uydurulacağını, talepleri değişen yeni neslin nasıl takip edileceği gibi bir çok konuya kafa yoruyor. Eylül ayında İstanbul’un büyük alışveriş merkezlerinden Kanyon’da bir multibrand mağaza açtı. Şirketinin olduğu kadar sektörün gelişimi için de planları var. Mustafa Eliaçık ile sektörü ve hedeflerini konuştuk….

Önce sizin sektöre giriş öykünüzü dinleyelim…

1983 yılından beri İsviçre’deyim hayatıma otelcilikle başladım. Otelcilikten sonra saat sektörüne devam ettim. Saat sektörüne şanslı olarak 1979-1980’lerdeki quartz krizinden sonra girdim. Quartz saatin icadından sonra mekanik İsviçre saatçiliği durma noktasına gelmişti. Çoğu firma iflas etti bir kısmı durdu. Ben tekrar mekanik saatin yeniden doğduğu zaman bu işin içine girdim. Onun için firmaları başından beri tanıyorum. Pilli quartz makinalar çıktıktan sonra mekanik saat yapmanın bir anlamı kalmadı dediler. Krizde fabrikaları kapattılar artı bunlar bir işe yaramayacak dediler. Ama sonradan insanlar mekanik saatçiliğin gerçek bir sanat eseri olduğunu kavradı.
Bu dönem 10 seneden kısa sürdü. Kısa ama önemli bir zaman çünkü bu dönemde saatçi de yetiştirilmedi.

Ustalar ne yaptı bu dönemde?

Ustalar işsiz kaldılar. Yeni usta yetişmedi. En büyük zarar orada zaten. Yeni usta yetişmeyince iş eski ustalara kaldı. Onlar yaşlanınca arada bir boşluk oldu. İsviçre’de böyle zor bir zaman geçirildi. Sonra kriz geçti. Tekrar saatlere ilgi arttı. 1985-86’da . O zamanlar en yaygın saat satılan ülkeler belli başlı ülkelerdi. Japonlar çok saat alırdı. Otobüslerle gelip saat alırlardı.

Hangi firmadaydınız?

Les Ambassadeurs’daydım. Cenevre’de. Orada on sene satışta çalıştım. Orası benim üniversite okulum gibiydi. Her şeyi öğrendim saatler hakkında. Bir de şansıma saatçilik de gelişmeye başladığı için o zamanı takip edebildim. İnsanlar saatlere tekrar ilgi duymaya başladılar, Japon marketi vardı, onlardan sonra Koreliler geldi, sonra Çinlilerle beraber Ruslar geldi. Çin ve Rus marketi hem çok büyük bir iş kapasitei getirdi saatçiliğe hem de saatçiliğin biraz zarar görmesine sebep oldu. Çünkü çok büyük bir talep olacağı düşünüldü. Endüstriyel saatçiliğe geçildi. Bizim işimizde pek o yürümüyor. Bizim işimiz terzi işi. Biraz patronun gözükmesi, işinin başında olması gerekiyor. Müdürlere, finansçılara bu işi bıraktığınız zaman bu iş el dokumasından fabrika halısına dönüyor.

Japonlar hangi saatleri talep ediyordu?

Onlar genellikle Omega’nın De Ville modellerini bay bayan ikisini beraber alıyorlardı. Zaten tourbillonlar, pahalı saatler Rus ve Çinlilerin markete girmesinden sonra çoğaldı.
Hem komünizmin getirdiği bir açlık vardı, o açlığı gidermek için saat aldılar veya statü sembolü olarak saat aldılar, böylece komplike saatlere yoğun bir talep oldu. Sonra birden bire talep kesilince tekrar bir kriz ortamına girilmeye başlandı.

Bir usta ne kadar zamanda yetişiyor?

Önce yerdeki tozları temizletiyorlar. O tozların içinde düşmüş olan küçük parçaları toplatıyorlar. Bu 10-15 sene süren bir süreç. Kendi takımlarını yapıyor. Orası bambaşka bir dünya. Çünkü hakikaten dağın başında çok steril bir ortamda insanlar saat yapıyorlar. Bu saatler gerçek mekanik harikalar. Saat niye o kadar pahalı diye düşünüyor bazen insanlar. Bir kere saatçilik bugünkü teknolojinin gelişmesinin çıkış noktası diyebiliriz. Çünkü bütün metalurji, makine sanayi, el sanatları hepsi birleşmiş saatte toplanmış.

İsviçre 70’lerin sonundaki krizde talebi nasıl karşıladı?

Yeniden bazı ustalar bazı firmalar elindekileri çıkarmamıştı.Mesela Swatch Grubu’nun bugünkü duruma gelmesinin sebebi de Nicolas Hayek’in İsviçre saatçiliğini koruma çabası. Makina fabrikasının makinelerini elinden çıkarmıyor. Sonra talep gelmeye başlayınca şirketi tekrar toparlıyor. İsviçre’deki saat sektörünü ayakta tutan aile diyebiliriz.

Gerçekten saat işini iyi yapıyor dediğiniz kimler var?

Patek Philippe ailesi. Çünkü size söylediğim patron mantalitesinde çalışıyorlar.

10 sene İsviçre’de çalıştınız sonra şark Saatçilik’i mi kurdunuz?

Türkiye’ye geldim. Chopard’ın ilk butiğini açtık. 1996-97’de. Sonra ben İsviçre’ye geri döndüm. İki sene Piaget’in müdürlüğünü yaptım. Ondan sonra Şark Saatçilik’i kurdum. Şimdi yeni bir atılım yapıyoruz. Kanyon’da. Eylül başında yeni bir mağaza açtık. Orada da herkes gibi yapmak istemedim. Orada biz gelen müşteriye yeni bir tecrübe kazandırmak istiyoruz. Oraya gelen insan ruhunu okşayacak bir şey bulması lazım. Müşteri oraya giriyorsa mutlaka saatlere karşı bir ilgisi vardır. İlgisini biz nasıl karşılayabiliriz. Biz neler sunabilirizi düşünüyoruz ve bunları karşılamaya çalışacağız.

Toptancılıktan butik mantığına geçtiniz. Daha zor olmayacak mı sizin için?

Çok daha zor olacak. Ama farklı projelerimiz var ve bunun için çalışmalarımız sürüyor.

Sektördeki durgunluktan bahsediyordunuz…

Evet iki sebebi var, biri dünyanın bulunduğu ekonomik şartlar diyelim. Çünkü hemen yanıbaşımızda savaş var. Dünyada 2008’den sonra para politikasında bir çalkalanma oldu. Ama hiç bir şey halledilmedi aslında. Hala onun etkilerini yaşıyoruz. Avrupa kan kaybediyor. Amerika bir şekilde kendini kurtarıyor ama çok rahat değiller. Bir de dünya değişimde şu anda. Dijital bir dünyada yaşamaya başladık. Çocuklarımız, bundan sonra gelecek olan nesiller öyle bir dünyada yaşayacaklar ve onlar nasıl müşteri kitlesi olacaklar asıl ona kafayı yormamız lazım. Bundan sonra o mekanik saatlere ilgi olacak mı olmayacak mı? Tüm dünyada bir vizyon değişikliği oluyor ve bunun sancıları çekiliyor. İsviçre saatçiliği de bekleyip görmek istiyor.

En çok hangi markalarınız satılıyor?

Biz Türkiye’de Ulysse Nardin markamızı çok iyi tanıttık. Savanora için bir seri yaptık 99 tane altın 150 tane çelik. Bir seneden kısa bir sürede tükettik, ikinci ve üçüncü seriyi yaptık. Çok güzel bir projeydi. Ondan sonra Mavi Yolculuk saati yaptık. Onu da çok güzel sunduk. Ben, denizleri çok seviyorum, deniz ve havacılıla ilgili her şeyi çok seviyorum. Mesela bizim butiğin açılışında güzel sanat akademisindeki öğrencilere bir tane balık yaptırdık bu balık denizden toplanan şişelerle yapıldı. Bizim markaların çoğu da denizcilikle alakalı. Markamız Oris’le ilgili de bir projemiz var. Mağaza bizim için şans oldu. Zorlu bir dönemyd yaptık ama iyi oldu. Türkiye’de bir markayı bir yere getiren başka bir insan tanımıyorum. Herkes bir markanın itmesiyle bir yere geldi ama Ulysse Nardin’i bu pazarda biz bir yere getirdik. Bu arada Ulysse Nardin’in dünyada üçüncü marketiyiz. Amerika, Rusya ve Türkiye.

Hedeflerinizi de soralım…

Hedeflerimizi dünya ve Türkiye’ konjonktürüne göre belirlemek zorundayız. Bu mağazanın dijital ayağını kurmak istiyorum. İnsanlar dijitalden de alışveriş yapabilsin istiyorum. Hayalim bu. Bu işi yapabilecek arkadaşlar ne zaman hayata geçirilebileceğini söyleyecekler.

Başka şehirlerde mağaza açmayı düşünüyor musun? Mesela Ankara…

Ankara zor bir şehir. Ama tabii orada da bir şeyler olması lazım. Bir bayimiz vardı çıktı ama Ankara önemli bir yer. Bizim işin en zor yanlarından birisi de eleman bulmanın zorluğu. Yetişmiş eleman çok az.