World Art Awards ve American Art Awards tarafından “Birleşik Krallık’ın En İyi Galerisi” seçilen ve dünyanın en iyi 20 galerisi arasında gösterilen Miart Gallery London, İstanbul’daki iki yeni galerisinin kapılarını dünyaca ünlü heykeltıraş Lorenzo Quinn’in solo sergisiyle açtı. Türkiye sanat sahnesine güçlü bir giriş yapan Miart Gallery İstanbul, şehrin merkezindeki iki yeni galeri mekânında Quinn’in şimdiye kadarki en kapsamlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.
İstanbul, son yıllarda uluslararası sanat dünyasının dikkatini çeken dinamik bir merkez hâline gelirken, kente damga vuran son sanat olayı Miart Gallery London’ın açılışı oldu. 2024’te Birleşik Krallık’ın en iyi Galerisi seçilen ve uluslararası düzeyde taninmiş sanatçıları temsil eden Miart Gallery, İstanbul’un kalbinde iki yeni galeri alanıyla sanatseverlere kapılarını açtı. İstanbul’daki ana galerisini Four Seasons Recidences Etiler’ de açan Miart Gallery, ikinci şubesi olan Miart gallery Bosphosrus’u ise Beşiktaş’ta bulunan Four Seasons Hotel Istanbul at Bosphorus’da konumlandirdi.

Açılış sergisi ise, çağdaş heykel sanatının en çarpıcı isimlerinden Lorenzo Quinn’in “The New Age of Bronze” adlı solo sergisi oldu. Sanatçının bugüne kadar gerçekleştirdiği en büyük solo sergi olma özelliğini taşıyan bu kapsamlı seçki; sevgi, birlik ve insanlık gibi evrensel temalar etrafında şekillenen 80’e yakın eseri bir araya getiriyor. İki yılı aşkın bir hazırlık sürecinin ardından İstanbul’da sanatseverlerle buluşan sergiyi ve Miart Gallery’nin Türkiye’ye uzanan yolculuğunu, galerinin kurucusu ve direktörü İrem Deniz ve sanatçı Lorenzo Quinn ile Miart Gallery İstanbul şubesinde bir araya gelerek konuştuk.

Gentleman: Miart gallery london kuruluşu hikayesi nedir?
İrem Deniz: İngiltere’de Miart Gallery London’ı 2019 yılının Aralık ayında kurdum. 2020’nin başında ise, maalesef çok kısa bir süre sonra, Covid-19 pandemisi patlak verdi. İngiliz hükümetinin pandemi kapsamında aldığı tedbirlerle birlikte, tüm dünyada olduğu gibi, işletmeler süresiz olarak kapatıldı ve ben de galerimi yaklaşık iki yıl boyunca açamadım. Bu durum benim ve ekibim için oldukça sarsıcı bir deneyimdi; zira İngiltere sanat piyasasına henüz adım atmışken böyle bir süreçle karşı karşıya kaldık. Ancak tüm zorluklara rağmen Londra’da devam etmeyi tercih ettim. Hızlıca organize olup gerçekleştirdiğimiz sergiler sayesinde, 2022 yılının sonunda “London Walks” tarafından Londra’nın en iyi 10 galerisi arasında gösterildik. Sonraki sergilerimiz de benzer başarılarla devam etti. Başarılı sanatçılarımızla çalışmayı sürdürdük ve 2024 yılında, Dünya Sanat Ödülleri tarafından Birleşik Krallık’ın en iyi galerisi seçildik. Aynı yıl, American Art Awards tarafından da dünyanın en iyi 20 galerisi arasında yer almaya layık görüldük. Bu başarının hemen ardından, İngiliz bir organizasyon olan “Innovation and Excellence Awards” tarafından 2024’te 19 ülkede “Yılın Galerisi” seçildik. 2025 yılında da aynı ödüle tekrar layık görülerek bu kez 21 ülkede “Yılın Galerisi” unvanını kazandık. Miart Gallery’nin çok kısa bir geçmişi var, çok genç ve enerjik bir galeriyiz.

Gentleman: Londra’dan sonra Miart Gallery artık İstanbul’da ve iki yeni galerisi ile sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Bu sürecin sizin için anlamı ve Miart Gallery’nin İstanbul’daki yeni yapılanması hakkında neler söylemek istersiniz?
İrem Deniz: Londra’da kısa sürede yerimizi sağlamlaştırdığımıza inanıyorum. Londra, küresel bir sanat piyasasına sahip olduğu için yalnızca şehirde değil, uluslararası ölçekte de tanınırlık kazandık. Şimdi ise bu başarıyı İstanbul’a taşımak istedik. Bir Türk kadını olarak, her zaman İstanbul’da sanat adına projeler gerçekleştirmeyi arzulamıştım. Çok uzun süre markamı konumlandıracak doğru lokasyonu aradım. Galerinin açılışını ise dünyaca ünlü sanatçı Lorenzo Quinn ile gerçekleştirmek, Türk sanatseverlere Lorenzo’yu ulaştırmak benim için çok anlamlıydı. Şu anda Lorenzo Quinn’in 80 parçalık çok büyük bir koleksiyonuyla, sanatçının dünyadaki en kapsamlı kişisel sergisini gerçekleştiriyoruz. Bu İstanbul için de çok önemli bir adım. Yaklaşık 2–2,5 yıl boyunca bu sergi için bizzat Lorenzo ve ben yoğun ve titiz bir çalışma yürüttük. Eserler uzun süren emeklerle ortaya çıktı. Bu süreçte seçtiğimiz eserler birçok kez değişti; çünkü Lorenzo sürekli olarak yeni işler üretti. Ben de bu yenilikleri heyecanla karşılayarak bazı elemeler yaptım ve ortaya daha taze, daha güçlü bir koleksiyon çıkardık. Sonuçta oldukça canlı, dinamik ve organik biçimde gelişen bir koleksiyon ortaya koyduk. Bu nedenle bu sergi hem Lorenzo için hem de benim ve galerim için çok özel ve önemli. Bu koleksiyonun, herkesten önce Türk sanatseverlerle buluşması benim için ayrı bir anlam taşıyor. Umarım tüm bu emeklerimiz Türk sanatseverler tarafından da ilgiyle karşılanır…

Gentleman: Lorenzo Quinn Sergisinden sonra Türkiye için baska projeleriniz var mi?
İrem Deniz: Tabi ki; Lorenzo Quinn İstanbul galerilerimizin açılış sanatçısı ve çok değerli bir bir sanatçı. The New Age of Bronze sergisinden sonra yine Türk sanatseverleri ile buluşturmayı planladığımız çok tanınmış sanatçılar ve sergilerimiz var. Banksy ile Londra’da solo ve karma sergiler yaptik, mutlaka İstanbul’a da getireceğiz. Dünya’daki en geniş Auguste Rodin koleksiyonu Miart Gallery’nin Londra da kalıcı sergisi olarak sergileniyor bu koleksiyonu hatta daha büyük boy heykelleri de ekleyerek getirmek istiyoruz. Andy Warhol , David Hockney, Keith Haring vb sanatçıların karma sergisinin yapmak için çalışmalarımız var. İnanılmaz güzel projelerle sanatseverleri sevindireceğimizi düşünüyorum, hiç durmayacağız!
Gentleman: İstanbul ve Türkiye’den sonra başka şehirler, başka ülkeler var mı planlarınızda?
İrem Deniz: Evet öncelikle Bodrum’da Miart Gallery için kalıcı bir konum istiyorum, bunun dışında Miart Gallery’nin uluslararası bilinirliği bu derece arttıktan sonra çok fazla teklif almaya başladık. Su anda değerlendirmekte olduğumuz ve bazı görüşmeler yaptığımız şehirler arasında Dubai, Doha, Riyad ve Miami ve Los Angeles var. Biraz dinlendikten sonra yeniden harekete geçebiliriz. Hatta bazı ülkelere yine Lorenzo ile başlayabiliriz diyorum ve sözü Lorenzo’ya bırakmak istiyorum.
Gentleman: Miart Gallery İstanbul ile ilk solo serginiz için buradasınız. İstanbul’da olmak ve Türkiye’deki sanatseverlerle buluşmak size nasıl hissettiriyor?
Lorenzo Quinn: Aslında burada karşılaştığım manzaraya hiç şaşırmadım çünkü Türkiye’ye birçok kez geldim ve İstanbul’u çok seviyorum. Burası bildiğim bir şehir. Birçok Türk arkadaşım var ve uzun zamandır bana mesaj atan birçok Türk takipçim var: “Lütfen İstanbul’da çalışmalarını sergile!” diye. Bu yüzden burada eserlerimi sergilemek uzun zamandır istediğim bir şeydi. Bu bağlantı nasıl kuruldu derseniz; üç yıl önce oğlum Londra’daydı ve ondan iyi bir galeri bulmasını istedim. O da Londra’da Miart Gallery’yi buldu ve dedi ki: “Baba, Londra’nin en iyi galerisini buldum, bu çok iyi bir galeri, kesinlikle görmelisin ve bence burada bir sergi açmalısın.” Sonra İrem’le konuşmaya başladık. Tabii onun Türk olduğunu öğrenince dedim ki: “Türkiye’de bir sergi yapma fikri nasıl olur?” O da zaten bir süredir İstanbul’da galeri açmayı düşündüğünü söyledi. Bir süre ne yaparız, nasıl yaparız diye konuştuk. Sonunda da galerisi için en doğru yeri buldu. “Lorenzo, bak, bence beklemeliyiz çünkü bu yer benim galerim için en doğru yer ve çok güzel olacak. Yalnızca biraz sabretmemiz gerekiyor.” Dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse başlangıçta bu sergiyi geçen yıl yapacaktık. Ama hem İrem hem de benim için en doğrusu olduğuna inandığımız yer için biraz daha beklemek istedik. Ve sonuçta sergiden çok memnun kaldım. Gerçekten harika oldu ve beklediğimize değdi. O yüzden de ayrıca mutluyum. Yıllardır beni takip eden ve sonunda yüz yüze tanıştığım insanları görmek çok güzeldi. Sosyal medyanın güzelliği de bu zaten, insanlar size doğrudan ulaşabiliyor, bir bağ kuruyorsunuz ve sonra bu etkileşimin karşılığını görebiliyorsunuz.
Gentleman: Bu sergiye nasıl bir yaklaşımla hazırlandınız? Ziyaretçileri nasıl bir deneyim bekliyor?
Lorenzo Quinn: Bu sergi uzun zamandır yaptığım en büyük sergi, İrem ile birlikte gerçekten çok çalıştık. Pek çok eser var, hem de yeni eserler. Ayrıca bu kez çok sayıda iki boyutlu işim var, yani resimler. Genelde daha çok heykel yaparım ama galeride çok sayıda resim göreceksiniz. Çoğu parmak iziyle yapılmış resimler. İçlerinden biri çok özel. Kendi kanımla yaptığım bir parmak izi resmi var. Evet, biraz ürkütücü ama nedenini anlatmak isterim; benim ana stüdyom Barselona’da. COVID döneminde de İspanyol hükümeti bir çağrıda bulundu. İnsanlardan kan bağışı isteniyordu, çünkü COVID için kana ihtiyaç vardı. Ben de hemen gidip kan verdim. Amacım tabii ki hayat kurtarmaktı. Oldukça fazla da kan verdim. Ama kanı verdikten hemen sonra aklıma geldi: “Aman Tanrım! Ben bir ilaç kullanıyordum.” Görevli dedi ki: “Hayır, bu ilaçla kan veremezsiniz, hamile bir kadına verilirse fetüse zarar verebilir.” O an “Tanrım, iyi ki hatırladım!” dedim. Görevli “Tamam, üzgünüz, kanı kullanamayız.” dedi. Onlar kanı çöpe atmak üzereyken durun dedim: “Ben bir sanatçıyım. Bu kanı bana verin, onunla bir resim yapacağım.” Hemen stüdyoya koştum, uzak değildi. Ve o kanla bir parmak izi resmi yaptım. İlk fikir hayat kurtarmaktı, bu yüzden bu anlamı korumak istedim. İrem’e dedim ki: “Bu tablo satılırsa elde edilecek geliri Sınır Tanımayan Doktorlar Vakfı’na bağışlayacağım.” Böylece yine hayat kurtarmış olacağız. Bu da umutlarımdan biri. Sergide bu eserin yanı sıra birçok yeni eser var. Yeni heykeller de var. Çok heyecanlıyım. Ayrıca şu anda Türkiye’de bazı büyük inşaat şirketleriyle ve geliştiricilerle anıtsal işlerimi buraya getirmek üzerine konuşuyoruz, bu da beni çok heyecanlandırıyor. Sanırım artık daha sık geleceğim. Bu harika çünkü İstanbul’u gerçekten çok seviyorum.
Gentleman: Sergiye hazırlanırken yaratıcı süreciniz nasıldı? Ayrıca, sanatınızla vermek istediğiniz mesajdan da bahsettiniz. Bu sergi özelinde vermek istediğiniz mesaj neydi?
Lorenzo Quinn: Burada ilk kez sergilediğim çok fazla yeni eserler dışında, çoğu daha önce elimizde olan ama temsil etmek istediğimiz bir hikâyeye göre seçtiğimiz eserlerdi. Bu hikâye, insanlığın hikâyesi, sevginin, bütünleşmenin ve birliğin hikâyesi. Sergideki heykellerin çoğunda, belki de hepsinde, bu sevgi hikâyesinin temeli olduğunu göreceksiniz. İnsanlar arasındaki sevgi, ülkemize duyulan sevgi, inancımıza olan sevgi ve genel olarak sevgi.
Gentleman: Peki, dünyanın bugün giderek daha muhafazakâr hale gelmesi çalışmalarınızı ve eserlerinizdeki “birlik” duygusunu etkiliyor mu?
Lorenzo Quinn: Tüm dünya daha muhafazakâr oldu demek politik bir cümle olacak. Ama evet, tabii ki çalışmalarımı etkiliyor. Bu durum beni çok düşündürüyor ve bu yüzden daha da çok çabalıyorum. Aksine hareket ediyorum. Dünya ne kadar muhafazakârlaşırsa, ben de birlik ve bağlantı mesajını o kadar yaymaya çalışıyorum. Büyük resme baktığınızda, sihirli bir şekilde aya gitseydiniz ve dünyaya yukarıdan baksanız, evrende süzülen mavi bir nokta görürdünüz. Sınırları göremezsiniz, insanları göremezsiniz, şehirleri göremezsiniz. Ne yapıyoruz? Kendi kendimizi yok ediyoruz. Uzayda süzülen bu küçük “şey” olan bizler yalnızca yolculuk ediyoruz. Güneş sisteminin Samanyolu etrafında dönmesi 260 milyon yıl sürüyor. Son döndüğünde dinozorlar vardı ve biz bu büyük resmi düşünmüyoruz. Maalesef, artık Instagram ve TikTok toplumu haline geldik. Bunun iyi yanları da var. Ama insan olduğumuz ve mükemmel olmadığımız için kötü yanları da var, dengeyi bulmamız gerekiyor. İnsanlık hep bu uçlar arasında gidip geliyor. Mesela, bir heykel yaptım, “Denge” Onu getiremedik çünkü Bakü’de. Dünya üzerindeki dengeyle ilgili. Biz insanlar hep denge arıyoruz. İnsanlıkta her zaman bir ikilik vardır. İyilik ve kötülük, gece ve gündüz. Bu zamanlarda orta yolu bulmak zor, sürekli gidip geliyor. Sanatçı olarak, politikacı olmak istemiyorum, siyasete de girmek istemedim hiçbir zaman. Sanatımın siyasi olmasını da istemiyorum ve bundan özellikle uzak durmaya çalışıyorum. Bunu da sevgi ve birlik mesajı vererek yapıyorum. Ayrılık değil. Çünkü siyaset işin içine girdiğinde bölünme olur ve ben bunu istemiyorum.
Gentleman: Sergi ne kadar süre devam edecek?
İrem Deniz: İstanbul’da iki galeri ile açılışımızı gerçekleştirdik ve sergi Mayıs ayı başında izleyicilere açıldı,şimdilik temmuz sonuna kadar Lorenzo Quinn sergisi devam edecek ama büyük ihtimalle uzatacağız. Biliyorsunuz, bu gerçekten çok emek isteyen bir iş. Dolayısıyla asıl amacımız Miart Gallery’yi sürekli dinamik tutmak.
Gentleman: Eserler arasında oldukça büyük ve hassas olan parçalar var. Eserleri İstanbul’a taşıma ve burada kurulum süreci nasıl geçti? Bu süreçte lojistik anlamda ne tür zorluklarla karşılaştınız?
İrem Deniz: Ne yazık ki böyle sergilerin daha fazla yapılamamasının sebeplerinden biri lojistik. Bu süreç oldukça pahalı çünkü sanat eserleri için ithalat vergileri çok yüksek maalesef ki. Bu yüzden uluslararası sanatçıların İstanbul’da eser sergilemesi pek sık gerçekleşmiyor. Bu da gerçekten büyük bir çaba ve aynı zamanda büyük bir yatırım gerektiriyor. Bu sistemin değişmesi çok güzel olurdu. Çünkü biliyorsunuz, Türkiye, özellikle İstanbul, her zaman dünyanın buluşma noktası olmuştur. Avrupa ve Asya arasında bir köprü. Kültürel ve coğrafi olarak muhteşem bir yer. Ve sanat, kültürü dünyaya tanıtmanın en güçlü yollarından biri. Özellikle şu an dünyada olup bitenler düşünüldüğünde, zorlu bir dönemden geçiyoruz. Sanat, bence insanların kalbine farklı bir yoldan seslenebilir, bir duygu alışverişi sağlayabilir. Ama eserleri buraya getirmek bu kadar pahalı olursa, böyle bir alışverişi gerçekleştirmek çok zor olacaktır. Bu yüzden elbette, bu kadar büyük bir yatırım yapılmışken, eserleri burada olabildiğince uzun süre bırakmak istiyoruz.
Gentleman: Bahsettiğiniz gibi bu aynı zamanda büyük bir yatırım gerektiren bir iş. Bu yatırımı yaparken nasıl süreçlerden geçtiniz? Sonuçtan mutlu musunuz?
İrem Deniz: Öncelikle bu soruya iki farklı bakış açısıyla yanıt verebilirim. Birincisi, benim büyük bir hayalim vardı: İstanbul’da sanat adına önemli bir şeyler yapmak. Bu hayalle ve Lorenzo ile yola çıktığımda, bazı şeyleri bilmeden hareket ettiğimi sonradan fark ettim. Bunu açıkça söylemem gerekir. Öğrendiğimde ise artık çok geçti; çünkü yolun yarısına gelmiştik. İlk olarak, burada vergilendirme süreçlerinin oldukça farklı olduğunu gördüm. “Tamam, artık ben bu işe giriyorum” dediğiniz anda, bir bakıyorsunuz mevzuat yeniden değişmiş. Bu anlamda gerçekten zorlu bir süreçten geçtik. Her seferinde bu prosedürleri tekrar tekrar öğrenmek ve içselleştirmek zaman aldı. Dün Lorenzo, bir gazeteci arkadaşımıza açıklama yaparken öğrendim: Amerika’da sanat için vergi alınmadığı gibi, yabancı bir sanatçıyı getirip eserlerini sergilemek veya kültürel bir alışverişe aracılık etmek istediğinizde herhangi bir vergi ödemiyorsunuz; aksine teşvik alabiliyormuşsunuz. Bunu bilmiyordum. İngiltere’de ise sanat eserlerinin ülkeye girişi sadece %5 oranında bir ithalat vergisine tabi, ki bu da sanat için özel olarak belirlenmiş bir orandır. Normal şartlarda vergiler %20 civarında ama sanat sektörü için bir ayrıcalık tanınmış. Türkiye’de gördüğüm kadarıyla vergiler, süreci zorlaştırmak için konulmamış; fakat sanata dair işleri kolaylaştıracak bir teşvik sistemi de mevcut değil. Bu durum hem üzücü hem de oldukça yorucuydu. Ancak bir yatırımcı olarak bu yola çıktıktan sonra, tüm sorumlulukları üstleniyorsunuz ve her şeyi göze alıyorsunuz—eğer projenize gerçekten inanıyorsanız. Ben de sonuna kadar inandığım için bu yolda devam ettim. Diğer taraftan bu proje benim için çok önemli. Evet, birçok kişi için bu bir “delilik” gibi görünüyor. Bu soruyla sıkça karşılaşıyorum: Neden başka bir coğrafyada ya da ülkede aynı yatırımı yapabilecekken Türkiye’yi seçtiniz? Özellikle mevcut ekonomik belirsizlikler düşünüldüğünde… Ama ben Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da sanat adına olumlu gelişmelerin yaşanacağına inanıyorum. İstanbul’un sanat dünyasında yerini, dünyanın önde gelen şehirleri arasında alması gerektiğini düşünüyorum. Hâlâ hak ettiği konumda değil bence. Oysa İstanbul, başlı başına bir sanat eseri gibi… Ancak şu an gerçekten olması gerektiği yerde mi? Bence değil. Evet, çok sayıda sanat etkinliği var ve sanat adına gösterilen birçok iyi niyetli çaba mevcut. Bunları da görebiliyorum. Ama bu çabaların çok daha artması, daha da değer kazanması ve uluslararası alanda daha fazla görünür olması gerekiyor. Ben bu anlamda küçük bir damla olduğumuzu düşünüyorum. Eğer bu girişimimiz birilerine ilham verecekse, birilerine motivasyon olacaksa, ne mutlu bize. Çünkü bu küçük damlalar birleşerek büyük okyanusları oluşturabilir. Ve ben, İstanbul’da böyle okyanuslar oluşmasını istiyorum.
Gentleman: Peki…İlk serginizi Lorenzo Quinn ile açmanızın özel bir sebebi var mı?
İrem Deniz: Lorenzo’nun sergisiyle galeriyi açmamızın özel bir sebebi var. Birincisi, Lorenzo’nun eserlerini gerçekten büyük bir beğeniyle ve takdirle takip ediyorum. Gelişimini, eserlerini ve felsefesini uzun yıllardır hayranlıkla izlediğim bir sanatçı. Lorenzo, çok farklı coğrafyalardan ve kültürlerden gelen insanlara hem felsefesi hem de eserlerinin görsel diliyle dokunabiliyor. Geniş bir yelpazeye hitap edebiliyor. Bu, tek bir sanatçıda bulması oldukça zor bir özellik. Yaklaşık 20 yıldır uluslararası sanat danışmanlığı yapıyorum. Hem yaşayan hem de artık aramızda olmayan birçok sanatçının eserleriyle çalıştım. Bu yüzden Lorenzo’nun özgünlüğü ve evrensel etkisi benim için çok özel. Gerçekten kolay rastlanan bir şey değil. Üstelik Lorenzo’nun dikkat çeken bir matematik dehası da var. Eserlerine baktığınızda çoğunun temel teması denge; ama aynı zamanda eserlerin kendisi de fiziki anlamda denge unsurunu taşıyor. Hiçbir şekilde altındaki bir kaideye sabitlenmeden ayakta duruyorlar. Zeminde en ufak bir eğim varsa, eser dengede durmuyor. Yani mutlaka düz bir zemin gerekiyor; çünkü eserler doğrudan denge prensibiyle var oluyor. Bu da benim için çok etkileyici ve önemli bir kriter.
İkinci olarak, çalıştığım sanatçılar arasında Banksy gibi dünyaca ünlü isimler de var. Galerinin açılışını onlarla da yapabilirdik. Ancak Lorenzo’yu seçmemin bir diğer nedeni de şu: Lorenzo’yu dünyada en çok takip eden ikinci şehir istatistiksel olarak İstanbul. Gerçekten çok güçlü bir hayran kitlesi var burada. Bu nedenle galerinin açılışını Lorenzo ile yapmak benim için ayrı bir anlam taşıyordu. Çünkü İstanbul’daki ve Türkiye’deki sanatseverleri doğrudan kucaklayabileceğimize yürekten inanıyordum.
Gentleman: Bazı eserleriniz bulundukları şehirlerle özdeşleşti. Venedik’teki “Building Bridges” ve Bakü’deki “Balance” gibi. Merak ediyoruz, İstanbul’da da yapmak istediğiniz herhangi bir çalışma var mı?
Lorenzo Quinn: Evet. Şöyle ki, ben çalışmalarımın her zaman evrensel olmasına çalışıyorum. Çünkü sanatın, en azından benim sanatımın, insanları ayıran değil, birleştiren ortak yönleri göstermesi gerektiğine inanıyorum. Örneğin, bazı dini heykeller yaptım ama dini doğrudan betimlemedim; inancı betimledim. Çünkü hepimizin inancı var, hangi dine mensup olursak olalım, o dine, o kişiye ya da o varlığa karşı bir inancımız var. Dolayısıyla ben inancı yorumlarsam, bir bakıma tüm dinleri de yorumlamış oluyorum, değil mi?
Mesela dua eden eller yaptım. Tabii dua etmenin biçimi değişebilir ama neticede dua ediyorsundur. Ve bu da insanları bir şekilde birleştirir. Bu yüzden elleri çok kullanıyorum. Eller bir jesttir, iletişim aracıdır. Birini ilk gördüğünüzde el sıkışırsınız. Dünyaya geldiğinizde iki el sizi karşılar. Yani eller inanılmaz bir yapıcı araçtır. Maalesef, yıkıcı da olabilir. Ama ben yapıcı elleri tercih ediyorum, köprü kuran elleri. Nitekim “Building Bridges” (Köprüler Kurmak) adında bir heykelim var Venedik’te. Ve küçük bir versiyonu şu anda İtalya’yı şehir şehir geziyor. İrem’le birlikte biz de bunu İstanbul’a da getirmek istiyoruz. Şehirden şehre dolaşıyor ve gerçekten inanılmaz bir enerji yaratıyor. İnsanlar o ellerin altından geçerken, en azından bir anlığına etkileniyor. Sanatın, özellikle kamusal sanatın insanları duygusal olarak etkileyebilme kapasitesi olduğuna inanıyorum ve bence zaten etkilemeli de.
Gentleman: Eserlerinizin herkesle, her kesimden insanla bu denli güçlü bir bağ kurabilmesi çok etkileyici. Peki sizce, bir kamusal sanat eserinin insanlarla duygusal olarak bağ kurabilmesi için taşıması gereken en temel özellik nedir?
Lorenzo Quinn: Sanat eserleri sadece müze severler ya da sanat koleksiyonerleri için değil, sokakta yürüyen insanlar için, taksi şoförleri için, sokakları temizleyen insanlar için… Herkes o sanat eserini görüyor. Bu nedenle de kolay anlaşılır, insanlarla hemen bağ kurabilecek bir şey olması gerekiyor. Mesela en ünlü heykellerimden biri, Venedik’te sudan çıkan ve bir binayı tutan iki el. Bu heykel çok başarılı oldu çünkü mesaj çok netti, hemen anlaşılıyordu. Ve kamu sanatı da zaten böyle olmalı, herkesin bir şekilde kendini ilişkilendirebileceği bir şey olmalı.
Bu heykelle ilgili ilginç bir hikâye de var; Heykelin adı “Support” (Destek) ve Venedik Bienali için yapılmıştı. Bir önceki yılın Ekim ayında Bienal’e teklifte bulundum. “Bienal için böyle bir heykel yapmak istiyorum,” dedim. Bienal yönetimi, 2 Ocak’ta bana nazik ama olumsuz bir yanıt gönderdi. “Teşekkür ederiz ama hayır,” dediler. Tabii o anda üzülmüştüm. Ama sonra dedim ki: “Ne fark eder, ben bu işi yine de yapacağım.” Bienal’e ihtiyacım yok. Eğer bir şeye inanıyorsan, onun peşinden gitmelisin. Venedik Belediye Başkanı’yla konuştum. Heykeli çok beğendi ve “Bunu istiyorum,” dedi, destek verdi. Adı Brugnaro. Ve onun desteğiyle fon bulduk, heykeli kurduk ve o heykel Venedik’in en çok ilgi gören heykeli oldu.
Ama biraz şansım da yaver gitti. Neden mi? Heykeli açtığımız gün, aynı zamanda Venedik Bienali’nin açılışıydı. Yani o gün binlerce gazeteci Venedik’teydi. Heykeli açtığım gün, Başkan Trump da ilk döneminde Paris İklim Anlaşması’ndan çekildiğini duyurdu. Tüm basın, haberleri benim heykelimin önünde yaptı. Bu da heykelin ününü katladı. Yani bazen doğru zamanda, doğru yerde olmak da önemlidir. Çok ilginçti. Bu heykel, mesajı net olduğu için çok etkileyiciydi. “Building Bridges” da öyle. İnsanlar kolayca anlayabiliyor. Çünkü ne yazık ki, her ne kadar tüm sanat türlerine saygı duysam da bazen soyut sanatlar duygusal bağ kuramıyor. Çok güzel olabiliyor ama insanlar sadece süs olarak görüyor. Bu da gayet saygıdeğer ama benim amacım sadece güzel değil, bir mesaj taşıyan ve insanlarla bağ kurabilen sanat üretmek. İnsanların bir şekilde duygusal olarak bağ kurabildiği sanat… Ben bu yüzden sanat yapıyorum. Ama diğer tüm sanat biçimlerine de saygım sonsuz.