Sosyal gerçekliğin zamana yayılış biçimi, tarihin dokusunu oluşturan temel unsurlardan biridir. Zaman sürekli akarken, hayatımızdaki her şey aynı hızda ilerlemez; bazı anlar alışılmış bir süreklilik içinde akarken, ani değişimler belleklerimizde derin izler bırakır. Günlük hayatın sıradan ritmi çoğu zaman göz ardı edilse de, ani olaylar ve dönüşümler unutulmaz hale gelir. Geleceğe dair hayal gücümüz, zamanın bu akışkan yapısını kavrayışımızı derinden etkiler; rüyalarımız ve öngörülerimiz, bugünü şekillendiren unsurlar haline gelir. Bu yönüyle, geleceğe dair tahayyüllerimiz geçmişe dair anlamlı bir yansıma oluşturur; zamanın akışındaki bu bütünsel perspektif ise, kimliğimizi ve potansiyelimizi keşfetme yolunda sınırlarımızı genişletmemize katkı sağlar. Sinema, bir sanat formu olarak, zaman algımızı genişletir; bizi farklı dönemlere taşır ve karakterlerin duyguları aracılığıyla yabancı dünyaların hikayelerine tanıklık etmemizi sağlar. Çağatay Odabaş’ın “Işık. Gölge. Sahneler.” sergisi ise, sinemanın unutulmaz sahneleri üzerinden zamanı ele alarak, zamanın akışkan yapısının gerçeklik ve benlik algımızı nasıl biçimlendirdiğini ortaya koyar.
Mum, zamanın akışkanlığının bir alegorisidir. Aynı nesne olarak zaman içinde değişmeden varlığını sürdürür, fakat yanışı ve tükenişi her seferinde kendine özgüdür; bu da insan yaşamına doğrudan bir paralellik sunar. Mumun zamansız ve alegorik yapısı, Rembrandt, Caravaggio ve Georges de La Tour gibi büyük sanatçıların eserlerinde ana ışık kaynağı olarak kullanılmıştır. Bu alegorik nitelik, Gerhard Richter gibi modern sanatçılar için de ilham kaynağı olmuştur. Şüphesiz, mum sinemada da sıkça karşımıza çıkan bir öge ve ışık kaynağıdır. Işık kaynağı, hem tuvalde hem de sinema perdesinde en kritik unsurlardan biridir. Gerilim, ışık ve gölgenin dinamikleri ile bu iki ortamda da yaratılır; ışık ve gölge kontrastı, izleyicide belli duyguları tetiklemek için kullanılır. Mum ise, sahnedeki figürü belirginleştiren yoğun bir ışık sağlayarak bu etkiyi güçlendirir. Caravaggio’nun öncülüğünü yaptığı chiaroscuro (ışık-gölge) tekniği, sinemada zaman, mekân ve ruh hali algısını şekillendirmeye devam eder. Üç kez Oscar kazanan İtalyan-Amerikalı sinematograf şöyle demiştir: “Her filmim, ışık ve gölgeler arasındaki çatışmanın bir çözümüdür. Işık, gerçeği ortaya çıkarır; gölgeler ise onu saklar.”
Işık ve gölge kontrastı, izleyiciye karede bir varlık hissi kazandırarak, eserin bir parçası haline gelmesini sağlar; böylece izleyici, adeta yazarın karakterleriyle diyaloğa girer. Sanatçı Çağatay Odabaş, hikayelerinde mum ışığını bir başrol oyuncusu gibi kullanıp sahnelerdeki karakterleri geri planda bırakırken, ışığın kendisini ön plana çıkarır. Çağatay Odabaş’ın “Işık. Gölge. Sahneler” sergisi de mum ışığının aydınlatmasıyla izleyiciye bir filmin ana kahramanı olma fırsatı sunarak içsel bir diyaloğa davet eder. Bu içsel diyalog, izleyicinin hem kendi varoluşunu hem de eserin derinliklerini sorgulamasını sağlarken, her sahne izleyiciyi yeni bir keşif yolculuğuna çıkarır.
Serginin önemli bir unsuru ise galeri alanıdır. Ruzy Gallery, sergi için özel olarak benzersiz bir iç mekân yaratır. Alman tasarımcı Gordon Levine’in dekoratif duvarlarından antika objelere kadar her detay, Odabaş’ın “sahneler” (Stages) yaratmak için kullandığı film karelerini adeta yeniden canlandırır.