Stajyer olarak adım attığı bankacılık dünyasından Sabancı Holding’e uzanan kariyer yolculuğunu, insan odaklı liderlik anlayışını ve kurumsal dönüşüme bakışını Mehmet Tevfik Nane ile konuştuk. “Liderlik yalnız kalmak değil, ekiplerin nabzını tutmaktır” diyen Nane; EQ-IQ dengesi, yapay zekânın geleceği, liyakat, gençlerin umut arayışı ve fark yaratmanın yolları üzerine ilham verici bir perspektif sunuyor.
Türkiye’nin ekonomik yapısı dönüşürken, liderlik anlayışı da yeni bir evreye giriyor. Küresel krizler, teknolojik devrimler ve toplumsal beklentilerle şekillenen bu yeni dönemde, yönetici kimliği yalnızca stratejik kararlar almakla değil, değer yaratmak, bağ kurmak ve ilham vermekle ölçülüyor. Bankacılıktan yönetim kurulu başkanlığına uzanan kariyerinde hem finans dünyasını hem de kurumsal yönetim kültürünü yakından deneyimleyen Mehmet Nane, bu dönüşümün merkezinde yer alan isimlerden biri.

Yeni çıkan kitabı “Size Anlatacaklarım Var” vesilesiyle bir araya geldiğimiz bu özel söyleşide; Nane ile Türkiye’de iş dünyasının geçirdiği evrimi ve genç profesyonellere miras bırakılması gereken değerleri konuştuk. Yapay zekâdan liderlikte EQ-IQ dengesine kadar birçok başlıkta kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik. “Liderlik, yalnızca zirvede olmak değil; sahada olmak, ekibin nabzını tutmaktır” diyen Nane; fark yaratmanın, özgünleşmenin ve insan odaklı liderliğin gerekliliğine dikkat çekiyor.
Bir Liderlik Yolculuğu
İş dünyasında liderlik anlayışı, yalnızca yöneticilik becerileriyle değil; kurumsal kültürle kurulan bağ, insan ilişkilerine verilen değer ve değişim karşısında gösterilen duruşla da şekilleniyor. Bu bakış açısıyla kariyer yolculuğunu, karar alma süreçlerini ve liderliğe dair biriktirdiklerini sorduğumuz Mehmet Nane, bu süreci şöyle anlatıyor: “Emlak Bankası’nda başladığım kariyer yolculuğum, Demirbank’a, oradan da Sabancı Holding’e uzandı. Her bir geçiş, güçlü insan ilişkilerine ve kurduğum güvene dayanıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken yaz stajı için başvurduğum Emlak Bankası’na kabul edildim ve Kredi Kontrol Müdürlüğü’nde stajyer olarak başladım. Bu süreçte gösterdiğim performansla la iki ay içinde stajyerlikten (üniversiteyi henüz bitirmediğimden lise mezunu sayıldığım için) stajyer memurluğa geçerek Emlak Bankası kadrosuna alındım. Sonrasında bankanın Karaköy Şubesi’nde bir kredi satışı gerçekleştirdim. O sırada Demirbank’ın Karaköy Şubesi’nden bir yetkiliyle tanıştım. Yaptığım işi beğendi, bu tanışıklık Demirbank’a geçişimin kapısını araladı. Ardından Demirbank’tayken, kredi satışı için gittiğimiz Sabancı Holding’de kurduğum ilişkiler sayesinde Sabancı Grubu’na geçiş yaptım. Bu geçişlerde belirleyici olan şey, açık iletişim kurabilmek, içten ve samimi davranmak ve kararlı olmaktı. Örneğin bir süreci ilerletebilmek için bir kuruma belki yirmi kez telefon açtım. Azim gerçekten çok önemli. Hayatta her zaman umut olmalı, asla pes etmemeli. İnsanlara değer vermek, onları dinlemek, güven oluşturmak da bu sürecin ayrılmaz bir parçası. Elbette sezgi önemli, ama tek başına yeterli değil. Sağlıklı kararlar alabilmek için mümkün olduğunca çok veri toplamak gerekir. Bu veri yazılı olabilir, sözlü olabilir. Beyin verilerle çalışır, kalp ise hissiyatla. Eğer sadece birine dayanırsanız, eksik kalırsınız. Doğru olan; veriyi toplamak, ardından sezgilerinizin süzgecinden geçirerek nihai karara varmak.”

İlham Veren İsimler ve Kurumsal Miras
“Çalışma hayatım boyunca liderlik açısından örnek aldığım pek çok isim oldu; bunların başında da Sabancı Ailesi’nin değerli mensupları gelir. Özellikle rahmetli Şevket Sabancı Bey, hukuka duyduğu derin saygı ve olaylara geniş bir perspektiften yaklaşma yeteneğiyle her zaman ilham verici bir figür oldu. Diğer yandan, Sakıp Bey’in konulara olan hâkimiyeti ve insanlarla bağ kurma becerisi de hayranlık uyandırıcı. Tarsus Amerikan Koleji mezunu biri olarak, Sabancı Grubu bizim için adeta bir efsaneydi. Grubun ikinci kuşak temsilcileri arasında yer alan Ömer Sabancı, rahmetli Mehmet Sabancı ve Demir Sabancı da bizim okuldan mezun olan isimler. Hem eğitim geçmişleriyle hem de iş dünyasındaki duruşlarıyla fark yarattılar. Sabancı Holding bünyesindeki profesyoneller arasında ise benim için en dikkat çekici ve ilham verici isim Hasan Gülreşçi’ydi. Erol Sabancı gibi halen hayatta olan, grubun kurumsal kültürüne damgasını vuran isimlerle aynı çatı altında bulunmak benim için her zaman gurur verici oldu.”
Liderlikte Yalnızlık Tercihi
Liderlikte yalnızlık, sıkça tartışılan bir konu. “Liderlik çoğu zaman yalnız olmakla ilişkilendirilir. Yolculuğunuzda hiç yalnız hissettiniz mi?” diye sorduğumuzda, Nane bu durumu liderin ekibiyle kurduğu ilişki üzerinden şöyle değerlendiriyor: “Yalnız kalmak, aslında liderin kendi tercihine bağlı bir durum. Eğer siz kendinizi odanıza kapatır, kararları sadece kapalı kapılar ardında alır, ekibinizden uzak durursanız; elbette yalnız kalırsınız. Ama eğer sürekli sahada olur, ekibinizle birebir temas hâlinde çalışırsanız, hiçbir zaman yalnızlık hissetmezsiniz. Bu sayede hem güçlü bir bağ da kurarsınız. Ben her zaman ikinci yolu seçtim. Görev yaptığım her kurumda, doğrudan bana bağlı 8 ila 10 kişilik bir çekirdek ekip oldu. Bu çekirdek kadronun altında ise organizasyonun yapısına göre daha geniş ekipler yer aldı. Örneğin şu anda çalıştığım kurumda toplamda 9 bin 500 kişilik bir organizasyon var. Ancak bu kişilerin tamamı bana doğrudan bağlı değil. Yine de tüm ekip benim liderliğimde bir bütün oluşturuyor. Dolayısıyla liderin yalnız olup olmaması, onun sahaya ne kadar indiğiyle ve ekibiyle ne ölçüde temas kurduğuyla doğrudan ilişkili.”
Liderde IQ & EQ Zekâ Dengesi
Nane, liderliği sürdürülebilir kılmanın yolunu ise EQ ve IQ’nun Güç Birliği olduğunu vurgulayarak; “Günümüzde birçok şirket, lider bulmakta zorlanıyor. Bu noktada en çok önem verilen niteliklerin başında, adayın insanlarla etkili iletişim kurabilmesi ve sosyal becerilere sahip olması geliyor. Ancak bu yeterli değil; artık liderlik yalnızca yüksek zekâ (IQ) ile değil, aynı zamanda güçlü bir duygusal zekâya (EQ) sahip olmayı da gerektiriyor. Analitik düşünme kabiliyeti kadar, empati kurabilmek ve ilişkileri yönetebilmek de liderlikte belirleyici hale geldi. Çünkü bir işi doğru yapmak kadar, o işi gerçekleştirecek ortamı oluşturmak ve ekibi yönlendirmek de bir liderin sorumluluğu. Bu nedenle başarılı liderler, IQ ve EQ’yu dengeli bir biçimde kullanabilmeli. IQ beynin gücünü, EQ ise kalbin sesini temsil eder. Kalp ve beynin birlikte çalıştığı bir liderlik yaklaşımı, daha sürdürülebilir ve güvene dayalı ilişkiler kurar. Aynı denge, ekip kurma sürecinde de geçerli. Takım arkadaşları yalnızca teknik becerilerine göre değil, iletişim yetenekleri ve iş birliği becerileri göz önünde bulundurularak seçilmeli. Birbirini anlayan, sağlıklı iletişim kurabilen ekipler, yalnızca verimli çalışmakla kalmaz; kriz anlarında da daha dirençli olur” diyor.
Aileyle Güçlenen Kurumsal Bağlılık
“Pandemiyle birlikte birçok şirket evden çalışmaya geçti ve bu model artık hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Evden çalışmayı tamamen reddetmek mümkün değil ama önemli olan bu süreci nasıl yönettiğiniz. Biz bu dengeyi hibrit bir modelle kurduk. Haftada üç gün ofiste, iki gün evde çalışıyoruz. Bu sistemde de takım ruhu oluşturmak elbette mümkün. Ancak bunun için öncelikle ortak değerleri tanımlamak ve güçlü bir iletişim ağı kurmak gerekiyor. Takım ruhunu desteklemek adına biz her bir ekip için sosyal etkinlik bütçeleri oluşturduk. Bu bütçelerle ister kahvaltı ister öğle ya da akşam yemeği, isterse bir piknik gibi etkinlikler düzenlemelerini sağlıyoruz. Bu sosyal buluşmalar, iş ortamında zaten sürekli iletişimde olan ekip üyelerini farklı bir boyutta da kaynaştırıyor. İnsanlar yalnızca iş arkadaşları değil, aynı zamanda sosyal anlamda da birbirini tanıyan bireylere dönüşüyor. Bu etkinliklere ailelerin de katılmasını özellikle teşvik ediyoruz. Çünkü insanlar sadece birbirlerini değil, birbirlerinin ailelerini de tanımaya başladığında bağlar daha derin ve samimi hale geliyor. Eşler arasında, çocuklar arasında kurulan dostluklar; iş arkadaşlıklarını da pekiştiriyor ve sosyalleşme kapsamını genişletiyor. Bu da kurumsal bağlılığı artıran önemli bir unsur haline geliyor.”
Farklılaşma
Gençlerin kariyer yolculuğuna dair önemli mesajlar veren Nane; işe alım sürecinde neye dikkat ettiğini ve fark yaratmanın nasıl mümkün olduğunu ise şu sözlerle aktarıyor: “Her yıl çok sayıda üniversite mezunu iş piyasasına giriyor. Ancak aynı oranda yeni iş imkânı yaratılmadığı için pek çok genç, bazen istemediği işlere de başvurmak ya da bu işleri kabul etmek zorunda kalıyor. Böyle bir durumda en önemli şey, bulunduğunuz ortamı güzelleştirmek için çaba gösterebilmek. Sıkça kullanılan bir benzetme var: “Herkes kapısının önünü süpürürse, mahalle temiz olur.” Eğer bulunduğunuz ortamdan memnun değilseniz, bu huzursuzluğun nedenini en iyi siz bilirsiniz. O ortamı daha yaşanabilir hale getirmek de önce sizin gayretinizle mümkün. Bu çabayı gösteriyorsanız korkmanıza gerek yok. Diyelim ki ben birini işe alacağım, nelere bakarım? Benim için en önemli kriter, kişinin değer yaratma potansiyeli. Kendini nasıl farklılaştırdığına, kitlenin içinden nasıl ayrıştığına bakarım. Bu farklılık; iletişim becerisi olabilir, olaylara yaklaşım tarzı olabilir, ya da kendini ifade etme gücü olabilir. Önemli olan, kişinin ‘sürüden ayrışabilecek’ yönlerini ortaya koyabilmesi. Kendi çocuklarıma da hep aynı şeyi söylüyorum: Bir işe başvuruyorsanız önce kendinizi iyi tanıyın. Sizi farklı kılan özelliklerinizi, nasıl değer yarattığınızı önce siz bilin, sonra bunu karşınızdakine anlatın. Örneğin bir mülakatta size bir soru yöneltildiğinde, cevabınızı yalnızca yüzeyde bırakmayın. Okuduğunuz bir kitaptan örnek verin, konuyu bir veriyle destekleyin, bağlantılar kurarak düşünce yapınızı gösterin. Bu yaklaşım, sizi diğerlerinden ayıran en önemli farkı yaratır.”
Yeni Dönemin Yetkinlikleri
Teknolojinin iş dünyasına etkisi ve yapay zekânın yükselişi ise Nane’nin yakından takip ettiği başlıklardan biri. Bu dönüşümün tehdit değil, fırsat olduğunu savunarak; “Ben yapay zekânın etkisinin olumlu yönde olacağına inanıyorum. Tarih boyunca teknolojik gelişmelere hep aynı tepki verildi: “İnsanların işi elinden gidecek.” Birinci Sanayi Devrimi’nde makineler için, otomobiller ilk üretildiğinde at arabaları için, konfeksiyon çıktığında terziler için aynı şey söylendi. Ama her biri aslında yeni iş alanlarını ve gelişim fırsatlarını da beraberinde getirdi. Unutmamak gerekir ki bu teknolojileri bize uzaylılar getirmedi; biz, insanlık olarak geliştirdik. Neden yaptık? Hayatımızı kolaylaştırmak, iş süreçlerimizi daha verimli hale getirmek için. Yapay zekâ da aynı sürecin bir parçası. Bu, dördüncü sanayi devrimi. Burada esas olan, değişimin kendisinden korkmak değil, bu değişimle birlikte ortaya çıkacak yeni iş fırsatlarını öngörüp kendimizi geliştirmek. Yapay zekâya düşman gibi değil, bir araç gibi bakmak gerekiyor. Asıl önemli olan, bu teknolojiyi nasıl kullandığınız. Yapay zekâ programını yazmak değil, ona doğru komutları verip, ondan doğru bilgiyi ve maksimum değeri elde etmek esas mesele” diyor ve ekliyor: “Tıpkı Excel ya da Word gibi… Bu programları herkes kullanabilir ama bir kısmı fark yaratır çünkü yetkin kullanmayı bilir. Yapay zekâ da aynı şekilde; onu etkin kullanabilmek artık başlı başına bir yetenek haline geldi. Özetle, yapay zekâ işleri elinizden almak için değil, daha fazlasını yapabilmeniz için var. Onu iyi kullananlar için büyük fırsatlar barındırıyor. Aynı aracı iki kişi kullandığında farklı sonuçlar alınmasının sebebi, verilen komutların niteliği ve yaklaşım farkı. Yapay zekâ matematiksel algoritmalarla çalışır; bu yüzden temelde matematik bilgisi şarttır. Matematiği bilmeyen yüzeyde kalır, bilen ise sistemi yönlendirir. Bu artık sadece teknik uzmanlar için değil, yöneticiler ve karar vericiler için de kritik bir yetkinlik haline geldi.”
Zayıf Yönleri Fırsata Çevirmek
“Eğer siz kendinizi tanırsanız, karşı tarafa da kendinizi doğru anlatabilirsiniz. Güçlü yönlerinizi biliyorsanız onları geliştirmek, zayıf yönlerinizi fark ediyorsanız onları iyileştirmek için adım atmak mümkün olur. Bu nedenle kendini tanımak, kişisel gelişimin ilk ve en kritik adımı. Örneğin, kitap okumak yerine dinlemeyi daha çok seviyorsanız, bu bir eksiklik değil, farklı bir öğrenme biçimidir. Artık sesli kitaplar çok yaygın. Bu yönünüzü keşfederek gelişiminizi sürdürebilirsiniz. Önemli olan, farkındalıkla çözüm odaklı hareket etmek. Ben buna ‘kişisel risk yönetimi’ diyorum. Şirketler nasıl riskleri öngörüp azaltmak için plan yapıyorsa, bireyler de kendi zaaflarını tanımalı ve bunların hedeflerinden sapmalarına engel olacak önlemleri almalıdır. Bunun için de önce bu riskin kaynağını, yani kök nedenini analiz etmek gerekir. Bu, teknik bir modelleme değil; içe dönük bir değerlendirme süreci. Sabah geç mi kalkıyorsunuz? Hareketsiz bir yaşam mı sürüyorsunuz? Fazla mı içe dönüksünüz ya da aşırı mı sosyalsiniz? Bunların hepsini en iyi siz bilirsiniz. Ne zaman daha verimli çalıştığınızı, hangi koşullarda motive olduğunuzu ancak siz analiz edebilirsiniz. Çoğu zaman, kendimize uygun olmayan yolları zorluyoruz. Okumayı sevmeyen biri, hâlâ kitap okumaya çalışıyor. Oysa dinleyerek öğrenmek daha etkili olabilir. Ben şahsen okumayı severim ama dinlemenin de çok keyifli ve etkili bir alternatif olduğunu kabul ediyorum. Aynı durum spor için de geçerli. Spor yapmayı sevmeyen biri, belki yelken sporuyla tanışsa, zamanla spordan keyif almaya başlayabilir. Yelken, sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da insanı dinç tutan bir spor. Doğayla iç içe olmayı, rüzgârı hissetmeyi, dengeyi ve odağı gerektiriyor. Bu da sporun klasik algısından uzak ama çok etkili bir alternatif sunuyor. Önemli olan, kişinin kendine en uygun yöntemi keşfetmesi.”
“Hayır” Diyebilmek
Birçok insan “hayır” demekte zorlanıyor. Oysa bazen “hayır” demek, gerçekten kendini korumak. Çünkü “hayır” dediğinizde aslında bir şeylerden değil, yanlışlardan kurtuluyorsunuz. Kendinize yeni alanlar açma fırsatı yaratıyorsunuz. Ama çoğu zaman ya birini kırmamak için ya da işimizi, ilişkilerimizi kaybetme korkusuyla “hayır” diyemiyoruz. Bu, zamanla kazanılan bir beceri. Ancak ne kadar erken öğrenirseniz, o kadar erken kendinize değer katmaya başlarsınız. Benim temel yaklaşımım şu: Bir şey “hayır”sa hayır, “evet”se evet. Ortası yok. “Havet” diye bir kavram olamaz. Ama maalesef, çoğu insan bu arada kalmış ifadeleri kullanıyor. Ne kendisi netleşiyor ne karşı tarafı. Ali’nin hatırı, Ayşe’nin gönlü için doğru olmayan bir şeyi yapmak size de karşı tarafa da fayda sağlamaz. En baştan net olmak hem size zaman kazandırır hem de ilişkilerde güven yaratır. Toplumsal baskılar da bu konuda çok etkili. “Ne derler?”, “Ayıp olur.” gibi düşünceler, bizi rasyonel olmaktan uzaklaştırabiliyor. Oysa ayrışabilen, kendine özgü bir duruş geliştirebilen insanlar fark yaratıyor. Ve tabii şu çok önemli: Hata yapmaktan korkmamalısınız. Çünkü iş yapan insan hata yapar. “Ben hiç hata yapmıyorum” diyen biri varsa, büyük ihtimalle hiç risk almıyor. Hatalardan ders almayı bilirseniz, büyürsünüz. Ama aynı hatayı tekrar etmek olmaz. Hele bile bile hata yapmak, artık kişisel bir zaaf değil, ciddi bir sorumluluk problemi.”
Size Anlatacaklarım Var
Mehmet Tevfik Nane’nin kaleme aldığı ‘Size Anlatacaklarım Var’, yalnızca bir kariyer yolculuğunu değil, Türkiye’de iş dünyasının son kırk yılda geçirdiği dönüşümü de kişisel bir anlatı eşliğinde sunuyor. Kitap, bir yandan Nane’nin çocukluk ve gençlik yıllarına, diğer yandan da liderlik anlayışının nasıl şekillendiğine ışık tutuyor. Nane’nin liderlik anlayışı ve yaşam felsefesi yalnızca sözlerinde değil, kitabının sayfalarına ve hatta kapağına kadar yansıyor. ‘Size Anlatacaklarım Var’ın kapak oluşum sürecini ise şu sözlerle paylaşıyor: “Kapağın tasarım fikri tamamen bana ait. Hatta ilk önce bu yol çizgisini ve iki renkli çerçeveyi hazırladım, sonra yayın evine gönderdim. Grafik tasarımcı arkadaşımız da bunu grafik haline getirerek son hâline ulaştırdı. Tamamen içimden geldiği gibi, birebir dokunarak oluşturduğum bir tasarım oldu. Buradaki mantığı şöyle anlatayım: Hayat uzun bir yolculuk. Ve bu yol, her zaman ileriye gider. Ancak ilerlemek düz bir çizgi değil. İnişli ve çıkışlı… Kapaktaki yolun eğriliği de bunu simgeliyor. Renk seçimleri de bilinçli. Yeşil doğayı, mavi denizi temsil ediyor. Bu iki renk benim için sadece estetik değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı: deniz, doğa, dağlar, yelken… Hepsi hayatımda önemli bir yer tutuyor. Kapağa baktığınızda hem o doğayla kurduğum bağı hem de hayata dair bakış açımı görmenizi istedim.” Ayrıca, kitabın tüm telif gelirlerinin Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanıyor.