Sana Seni Hatırlatmaya Geldim: Aret Vartanyan’ın Dönüşüm Manifestosu

“Dışarısı yok; içeride ne varsa, dışarıda onun yansıması var.”
Bu hayat mottosuyla kişisel dönüşüm kavramını hayatlarımıza taşıyan Aret Vartanyan, kurucusu olduğu Yaşam Atölyesi ile bugüne dek binlerce insana ulaştı, hayatlarına dokundu. Yalnızca atölye çalışmalarıyla değil, yazdığı kitaplarla da insanlara ilham veren Vartanyan; çok katmanlı bakış açısıyla zihinlerde yeni pencereler açıyor, farkındalık yaratıyor. Biz de Gentleman ekibi olarak onun bu derinlikli perspektifini ve hayata kattığı değerleri, Etiler’deki ofisinde gerçekleştirdiğimiz söyleşide konuştuk.

Kişisel dönüşüm kavramını Türkiye’de ilk kez gündeme taşıyan isimlerden biri olan Aret Vartanyan; sadece yazdıklarıyla değil, yaşadıklarıyla, kurduğu Yaşam Atölyesi’yle, binlerce insana dokunan söylemleriyle bir bilinç hareketi başlatıyor. Ruhsal derinlik, bilimsel yaklaşım ve kadim bilgeliği harmanlayarak modern çağ insanına güçlü bir pusula sunuyor. Cihangir’de sevgi dolu ama zor bir çocuklukla başlayan hayat yolculuğu; Oxford’da teoloji eğitimi, ardından kurumsal dünyadaki başarılı yıllar ve nihayetinde tüm bu deneyimleri harmanladığı Yaşam Atölyesi’ne uzanıyor. Vartanyan artık sadece bir yazar ya da eğitmen değil; zamanın ruhunu, insanın içsel evrimini ve dijital çağda “öz” olmanın mümkünlüğünü sorgulayan bir yol gösterici niteliğinde. Aret Vartanyan’ın katmanlı bakış açısını, kişisel dönüşüm yaklaşımını, ikili ilişkilerden duygusal açlığa uzanan gözlemlerini ve yeni çağ insanına sunduğu içsel yol haritasını konuştuk.

Köklerden Geleceğe Uzanan Bir Yolculuk

Yaşam Atölyesi kurucusu Aret Vartanyan’ın çocukluk hikâyesi de oldukça dikkat çekici. Henüz küçük yaşlarda farkındalığı yüksek olan Vartanyan, o günleri şöyle özetliyor:“Cihangir’de yoksul ama sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Küçük bir Birleşmiş Milletler Topluluğu’yduk. Annem Rum, babam Ermeni, anneannem İtalyan, babaannem Musevi, dedem Rus, kuzenlerim Ülkü Ocakları başkanı. Kitap alabilmek için 6-7 yaşlarında hikâyeler yazıp onları satarak, oradan kazandığım parayla kitaplar aldım.
Okullar bitti. Arayışım hiç bitmedi: Niye yaşıyorum? Nereye gidiyorum? Neyi arıyorum?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra burs alarak Oxford’da Teoloji okudum. Ardından Türkiye’de reklam ajanslarında çalıştım, sonra kurumsal tarafa, marka yönetimine geçtim. Sonrasında bir şirkette pazarlama müdürü olarak çalıştım. Kurumsal hayatım sonrası zaten kitaplarım ve Yaşam Atölyesi’yle bugüne geldim.

Kişisel Dönüşüm

Aret Vartanyan, sen değişmeden hiçbir şey değişmez sloganıyla kişisel dönüşüm kavramını 2008’de hayatımıza soktu. Vartanyan, kişisel dönüşüm ile ilgili:
“Türkiye’de kişisel dönüşüm kavramını yaratarak kullanmaya başladığımda, internette arama motorlarında kombi reklamları çıkıyordu sadece. Kişisel dönüşüm diye bir kavram yoktu. Bugün bir sektör oldu. İfade etmeye çalıştığım şey, içeriyi çözemeden dışarıda hiçbir şey bulamayacağımızdı. Çünkü dış dünya dediğimiz şey, aslında iç dünyanın tezahürü. İçeride kavga, karmaşa, belirsizlik varsa, dış dünyada da aynısını yaşıyoruz. İçeride bütünlük, netlik, huzur varsa, dış dünya da buna göre tezahür ediyor. Bu nedenle yaşamlarımızdaki sonuçların ilk sorumlusu biziz.” ifadelerini kullandı.

Dönüşümün dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru sağlanabileceğini ve öncelikle dış dünyada yaşadığımız olayları, kişileri, durumları değiştirmeye çalışmanın doğru bir yaklaşım olmadığını vurguladı. Vartanyan,“Kişisel dönüşüm yaklaşımlarıyla önce bizim içimizdeki yaraları, karmaşayı, belirsizlikleri gidermek önceliğimiz. Kendimle barıştığımda, hedeflerim netleştiğinde, ne için yaşadığımın anlamı belirdiğinde zaten yaşamak istediklerimizi yaşamaya başlıyoruz. Bugüne geldiğimizde ise artık bilimsel olarak da bu gerçeklik kanıtlanmış durumda. Kuantum mekaniği ve beraberindeki felsefe, bizim yaratma gücümüzü ortaya koyuyor. Hermetik felsefenin en az 6500 yıl önce ifade ettiği gerçeklik, artık bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda. Şimdi ise artık bilmek değil, bu bilgiyi idrak ederek yaşama alma noktasındayız ki, son kitabımda ve güncellenen tüm çalışmalarımızda sadece deneyimin ve eylemin gücüne odaklandım.” dedi.

Yaşam Atölyesi

Kurucusu olduğu Yaşam Atölyesi’nin bir çocukluk hayali olduğunu ve daha o günlerden yazmanın gücüne inanan Vartanyan, Yaşam Atölyesi’ni şu sözlerle ifade etti:
“Yaşam Atölyesi çocukluk hayalimdi. Kendimi bildim bileli yazmak ve anlatıcı olarak ulaşabildiğim kadar insana ulaşabilmek hedefimdi. Okullar, büyüme dönemleri, kurumsal hayat sadece aşamalardı. Kurumsal yaşamda çalışırken de ben her gün Yaşam Atölyesi’nin temellerini atıyordum. Her gün yazıyordum, mesleğimin odağı da insandı ve sürekli ilmik ilmik işleyerek doğru zamanı bekliyordum. 2007 yılında Yaşam Atölyesi kurulduğunda, bir şirkette marka yönetiminde çalışıyordum. Sabah işe gidiyordum, akşam işten çıkıp Asmalımescit’te maaşımın yarısını vererek kiraladığım atölyede seminerler veriyordum. Kitaplarımda ve Yaşam Atölyesi’nde ilk büyük destekçim, bana gösterdiği yaklaşımla o günki çalıştığım şirkettir. Ardından diğer şirkete geçtikten 1 yıl sonra, 2011’de kurumsal yaşamdan ayrılarak sadece Yaşam Atölyesi’ne ve kitaplarıma yoğunlaştım. Sonrasında da her şey daha da hızlandı. Kurumsal eğitimler, TV/radyo programları, çerçeveyi geliştirecek projeler…”

Koçluk, Danışmanlık ve Mesleki Sınırlar: Rol Karmaşasına Dikkat

Son dönemin popüler konularından olan kişisel yaşam, kişisel gelişim, kişisel değerler gibi kavramların da bir hayli kullanılmasına ilişkin ise:“Her alanda gözlemlediğimiz kirlilik, elbette kişisel gelişim ve dönüşüm alanına da yansıdı. Bilgi ortalığa dökülünce, ehil olanlar anlattıkça, yayıldıkça; bilgiyi alanlar ‘ben de yapabilirim’e soyundu. Bu süreci doğal buluyorum. Ancak tehlikesi, ehil olmayan ellerde çözüm ararken daha olumsuz sonuçların doğuyor olması. Burada çok basit bir şey var: Bir danışmanlık, koçluk alırken çalıştığınız, destek aldığınız kişinin ehliyetine, geçmişine bir bakın.” ifadelerini kullandı.

Vartanyan’ın endişe duyduğu nokta mesleki rollerin karıştırılması ve ifadelerin yanlış kullanılıyor olması.“İlk günden bugüne şu gerekliliğin altını net olarak çizdim: Psikiyatr, psikolog, koç, danışman, mentör, spiritüel danışman… Her birinin alanı farklı. Bugün psikiyatr rolüne soyunan koçlar, hiçbir altyapısı olmadan spiritüel tarafta aile dizilimi yapanlar, falcılar, üfürükçüler birbirine karıştı. Bilgi açıkta durduğunda onu alıp aktarmayı ‘ben de yaparım’ diye görenler çokça var. Ancak sürdürülebilir olmuyor. Her alanın ehil isimleri, uzmanları var. Destek alanların, kendileri için seçimlerine dikkat etmesi bu sorunu çözer. TikTok’ta gezindiğimde bile öyle şeyler görüyorum ki… O yüzden aldığınız bilgiye, yaşamınıza aktardıklarınıza lütfen çok dikkat edin. Konu sizin yaşamınız…” dedi ve konuyla ilgili okuyucularımıza uyarılarda bulundu.

“O Sensin”

Onuncu ve son kitabı olan “O Sensin’’ hakkında:“Yapay zekâ çağının içindeyiz. Algoritmalar bizi bizden iyi tanıyor, tercih alanlarımızı şekillendiriyor, hatta zihnimizden geçenleri önceden kestirebiliyor. Ancak hâlâ geçerliliğini koruyan bir soru var: Biz kendimizi gerçekten tanıyor muyuz?“O Sensin”, dijital dünyanın uçlarında yönünü arayan insana yalnızca dış gerçekliğe değil, içsel varoluşuna da zihinsel bir devrime hazırlanması gerektiğini anımsatıyor. Sınırlar silindi, bilgi akışı hızlandı, kimlikler bulanıklaştı… İnsan, belki de tarihte ilk kez bu denli derin bir şekilde öz’ünü hatırlamak zorunda kaldı.Kitapta transhümanizm, yapay zekâ ve dijital bilinç gibi kavramlar; Mevlânâ’nın ruhuyla, Hermes’in kadim bilgeliğiyle, kuantum alan teorisiyle ve Kabalistik öğretilerle harmanlanıyor. Çünkü insan dediğimiz varlık, sadece etten ve kemikten oluşan bir beden değil. Yeni çağ, toplumsal yapılardan bireysel yaşama, iş dünyasından ekonomiye kadar her şeyi kökten değiştiriyor. İşte bu dönüşümün eşiğinde, her bir okuyucuya gelecekte var olmanın ve dilediği gibi yaşamanın yol haritasını katmanlı bir anlatıyla sunuyorum. Romanın kurgusunda; İsa Mesih, Mustafa Kemal Atatürk, Hz. Mevlânâ, Jung ve Hermes gibi insanlık tarihinde derin izler bırakmış figürler bugünün dünyasında hayat buluyor. Bu karakterler, kahramanımızın kendi iç yolculuğunda ona eşlik ederek hem kendisiyle yüzleşmesini hem de gelecekteki yerini bulmasını sağlıyor. Çünkü bu kitap, aslında hepimize şu cümleyi hatırlatmak için yazıldı: O sensin.’’ diyor ve ekliyor :’’Bu fikir aslında dışarıdan değil, içimden doğdu. Son yıllarda dünyayı dikkatle izlerken şunu açıkça fark ettim: İnsanlık büyük bir eşiğe geldi; bu değişim yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda ruhsal bir kırılma noktası. Herkes geleceği konuşuyor ama neredeyse kimse şu soruyu sormuyor: “Bu yeni gelecekte insan kalmayı nasıl sürdüreceğiz?” İşte dönüşüm tam da bu sorudan başlıyor. Ne yazık ki, yarın çok geç olacak. Pandemiyi beş yıl öncesinden, yapay zekânın ve insan benzeri robotların bu düzeye ulaşacağını ise on yıl öncesinden öngördüm. Lakin üzülerek görüyorum ki hâlâ büyük bir çoğunluk, yaklaşmakta olanın ne olduğunun farkında değil. O Sensin’i, bu farkındalığı artırmak ve hem bireylere hem de toplumlara bir yön haritası sunabilmek adına kaleme aldım.”

Peki Aret Bey, O Sensin’de hem umut hem uyarı unsurları var. Siz, Aret Vartanyan olarak bu çağdan umutlu musunuz?  

A.V: “Evet, umutluyum. Ama o bildiğimiz, pembe hayallerle süslenmiş, içi boş bir umut değil bu. Benim umudum, kaosun içinde doğan bilinçten geliyor. Şuna inanıyorum: İnsan, en karanlık noktada bile uyanma kapasitesine sahip bir varlık. Şu an tam da o karanlığın içindeyiz.Sistem çöküyor, anlamlar kayboluyor, ilişkiler dağılıyor, kimlikler çözülüyor. Görünene bakarsan her şey alt üst olmuş gibi. Her zaman dediğim gibi, “Alt üst olmak aslında yerli yerine oturmanın başlangıcıdır.” Bu çağ yıkıyor, çünkü yeniden kurmamız gerekiyor. İçten, özden, sahicilikten…İnsanlık ilk defa hem teknolojiyle hem ruhsal boşlukla aynı anda sınanıyor. Bu bir kırılma noktası. Bu kırılmadan doğacak yeni insanı görüyorum: Kendini tanıyan, sorgulayan, yüzleşen, gerçekten sorumluluk alan insan… Herkes ulaşamayacak buna, evet. Ama bazıları var ki o içsel çağrıyı duyacak. O yüzden yazıyorum, konuşuyorum, anlatıyorum. Çünkü biliyorum ki bir kişi bile hatırlasa, dünya değişmeye başlar.Ben gelecekten umutluyum. Çünkü en büyük dönüşümler hep en büyük yıkımların ardından gelir. İşte bu yeni bilinç çağını uzaktan değil, içinden karşılamaya hazırım.”

Kopyalanmış Hayatlar mı, Gerçek Benlik mi?

Kişinin özünü, kendi benliğini bulmasının öneminden bahsederken çarpıcı ifadeler bulunuyor Vartanyan:“Öz’lerini ne zaman bulmuşlardı ki kaybetmiş olsunlar? Yaşadığımız hayatların gerçekliğinin kanıtı nedir? Gerçekten yaşıyor muyduk, yaşıyor muyuz? Hayallerin, hedeflerin, yaşam anlamın sana mı ait? Yoksa aileden, toplumdan, birilerinden kopyalanmış, aktarılmış anlamcıklar mı? 20 yıldır benim çalıştığım konular bunlar.Şimdi dijital bilinç, yapay zeka ile belki de daha büyük bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Her insanın içinde bir sıkıntı, eksiklik, yetersizlik, tatminsizlik var ve artık bu o kadar çok açığa çıktı ki; şiddet, savaşlar, yüzeysel yaşamlar, avatar ruhlar… Her gün gözlerimizin önünde ve bir parçası olduğumuzun farkındalığını taşımakta zorlanıyoruz.”

Aşk: Kaçış mı, Bağ Kurmanın Saf Hali mi?

Söz konusu ikili ilişkiler ve aşk olduğunda da büyük sancılar yaşanılan günümüzde, aşkın bir kaçış mı yoksa bağ kurmanın en saf hali mi konusuna değiniyor: “Aşk bugün çoğu zaman bir kaçış; kendinden, yalnızlığından, kendi iç sesinden, geçmişin acılarından kaçmanın bir yolu olarak yaşanıyor. Oysa aşk bir yere sığınmak değil; çıplak kalabilmektir. Modern insan ilişki kurmuyor, ilişki tüketiyor. Çünkü artık insanlar bağ kurmak istemiyor, bağlanmaktan korkuyor. Bağ kurmak emek ister, sorumluluk ister, duygusal olgunluk ister. Oysa biz her şeyin hızlısına alıştık: hızlı mesaj, hızlı tanışma, hızlı bağlanma, hızlı vazgeçme.
Bugün çoğu ilişki, içimizdeki boşluğu doldurması için bir başkasını görevlendirmeye çalışmakla başlıyor. Ama ne oluyor? Boşluk yine dolmuyor. Çünkü o boşluk başka biriyle değil, kendinle doldurulabilir. İşte bu yüzden aşk çoğu zaman bir kaçışa dönüşüyor. Kendine dokunmamak için başkasına dokunmak, kendi iç acını susturmak için karşındakinin varlığına yaslanmak… Ama o yaslanılan şey kırılgan bir zeminse, ilk sarsıntıda her şey çöküyor.
Oysa aşk dediğin şey, iki kişinin birbirinin eksik parçalarını kapatmaya çalışması değil. Aşk, “Ben senin için tamamlandım” değil, “Ben kendimi tamamladım, şimdi seninle birlikte var olmak istiyorum” diyebilmektir. Bağ işte o zaman başlar. Ama önce herkesin kendine dönmesi gerekiyor. Aşk hâlâ mümkün mü? Elbette. Ama önce birinin gözünde değil, kendi gözlerinde kendini sevmeyi öğrenmen gerek. Çünkü gerçek aşk, seni senden kaçıran değil, sana seni hatırlatan bir şey olmalı.”

Kalabalıktaki Yalnızlığın Getirisi: Duygusal Açlık 

Duygusal açlık günümüzde oldukça yaygın ve bazı kilo alımlarının bile bu durumla ilişkili olduğu düşünülüyor. Bu açlığın neden kaynaklandığı ve nasıl giderileceği karmaşık bir konu. Aret Vartanyan, duygusal açlığı şöyle tanımlıyor:“Gerçekten, yargısızca ve manipüle edilmeden anlaşılmak… İnsanlar artık sadece sevilmek istemiyor; çünkü sevgi lafla veya hediyeyle gösterilebilir, ama anlaşılmak bambaşka bir şey. Günümüz insanı çok konuşuyor ama az duyuluyor. Hepimiz ‘yalnızım’ diyoruz, kalabalık içinde yalnızız. Aynı evdeyiz ama ruhlarımıza dokunamıyoruz. ‘Nasılsın?’ diye sorup cevabını dinlemiyoruz.O sessiz çığlık diyor ki: ‘Beni duy, beni gör, beni olduğum gibi kabul et.’ Bu, koşulsuz kabul görme ve yeterli bulunma ihtiyacıdır. Ancak önce kendimizi anlamıyoruz, bu yüzden karşımızdakini de anlayamıyoruz. Çoğu ilişki, ‘Önce o beni anlasın’ beklentisiyle tükeniyor. En sonunda birbirimize yabancılaşıyoruz.Bugünün en büyük duygusal açlığı, ‘Birinin kalbinde bana yer var mı?’ sorusunun cevabını aramak. Ne var ki, o yer çoğu zaman başkasında değil, kendimizde bile yoktur.”

Yaşamın Anlamı ve İçsel Denge Üzerine 

Aret Vartanyan’a, “Sizi besleyen, ruhunuza iyi gelen şeyler nelerdir?” diye sorduğumuzda, cevabı yine içsel yolculuğuna sadık ve samimi bir yerden geliyor:

“Bilmediğim şehirlerin arka sokaklarında kaybolmak, hiç denemediğim şeyleri denemek… Sevgilime ve köpeğime sarılarak sadece durmak… Bazen de hiçbir şey yapmadan, sadece var olmak… Tüm bunlar, zihnimi susturup ruhumu dinleyebildiğim anlar.”

Vartanyan, yaşam yolculuğunda kendisine eşlik eden hayat mottolarını ise şu ifadelerle sıralıyor:

  • “Az düşünmek, çok yaşamak.”
  • “Dene, kaybet, düş, kalk, yeniden başla, devam et.”
  • “Her şey olması gerektiği gibi.”
  • “Niyeti konmuş teslimiyet, gerçek erdemdir.”
  • “Dışarısı yok; içeride ne varsa, dışarıda onun yansıması var.”

Bu sözler, onun hem kişisel felsefesinin hem de yazılarının temelini oluşturuyor. Kendi deyimiyle; hayata anlam katmak için önce kendine dönmek gerekiyor.

Dergimiz her ayın ilk haftası Türk Telekom Dergilik, D&R, Remzi Kitabevi ve tüm seçkin marketlerde…