Bu Sergide “Güzel Sanatları” Değil “Güçlü Sanatları” Görüyoruz…

Maison Yirmisekiz Sanat Kulübü olarak Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Georg Baselitz: Son On Yıl” sergisini Prof. Dr. Marcus Graf rehberliğinde ziyaret ettik. Baselitz’in figüratif ve soyut sanatını bir ders niteliğinde dinlemek ilham vericiydi. Bu değerli bilgileri okuyucularımızla paylaşmak adına, 2 Şubat’ta sona erecek sergiyi nasıl incelemek gerektiğini Prof. Dr. Graf’ın kaleminden aktarıyoruz.

Çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden Alman ressam, baskı sanatçısı ve heykeltıraş Georg Baselitz’in eserlerinin Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) sergilenmesi çok kıymetli. SSM’nin tüm galeri alanlarına ve bahçesine yayılan, anıtsal boyuttaki resim ve heykeller oldukça etkileyici… Diğer yandan sanatçıyı geçmiş yıllardan takip edenler bu sergiyi ziyaret ederken çok şaşırıyor. Çünkü sanatçının geçmiş yıllardaki tarzından çok daha farklı eserlerle karşılaşıyorlar burada. Peki böyle bir farklılık varken, Baselitz’i çok tanımayan bir sanatsever olarak sergiyi nasıl gezmek daha iyi olur?

Sanat tarihi bir bayrak yarışı gibi. Bir sanatçının elinden bayrağı alan başka sanatçı onu daha ileri götürebiliyor. Bu birlikte ilerlenen yolda bir ismi diğerlerinden çok daha belirgin bir şekilde hatırlıyorsak, bu sanatçı çok büyük ihtimalle sanat tarihinde bir sorun çözmüş ve bir sonraki kuşakların geçebileceği önemli bir kapı açmıştır diyebiliriz. Tabii bazı sanatçılar küçük kapılar açıyor, bazıları çok büyük… Bazıları yerel kapılar açıyor, bazıları global… Georg Baselitz sergisini gezerken öncelikle onun nasıl bir kapı açtığını, yani sanat tarihinde neden önemli olduğunu bilmek gerekiyor diye düşünüyorum. Baselitz hem büyük hem de global bir kapı açtı ve o kapıdan çok fazla sanatçı geçti. Bunun önemini anlamak için zamanda biraz geriye gidelim… 

O Dönem Eserlerde Figür Kullanmak Neredeyse Yasaktı

Öncelikle bir dönemi Baselitz’in çocukluk yıllarına da denk gelen Modern Sanat dönemine bir bakmamız gerekiyor. O dönemde birçok farklı sanat akımı vardı değil mi? Sanat soyut, figüratif, kavramsal, politik, formalist, dekoratif, tinsel olabilirdi… Çağdaş sanatın çoğulcu yapısını görebileceğimiz farklı akımlar söz konusuydu. Uluslararası, dinamik, heterojen bir ortam vardı. Ama aslında sanat günümüze kadar bu şekilde gelemiyor. Hatta bırakın akımların azalmasını, 1930’dan itibaren bir dönem hepsi tamamen bitiyor… 

İkinci dünya savaşından, insanlığın gördüğü en büyük felaketlerden sonra sanatın hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesi elbette mümkün değildi. 1945’ten sonra 1950’lerin sonuna kadar, bütün batıda sanatın tek bir dili kalmıştı: soyut sanat. Bu yıllarda eğer resimlerinde hala figür kullanıyorsan faşist, komünist ya da gerici olarak adlandırılıyordun. Bugünden bakıp bunu hayal etmek çok zor biliyorum ama o dönemde eserlerde figür kullanmak neredeyse yasaktı.

Savaştan Sonra Travmalarıyla Yüzleşmek İstiyor

Kendini “çok asi bir çocuktum, kimseyi dinlemezdim. Hiyerarşi ve otoriteye karşı iyi değildim” diye anlatan Georg Baselitz işte böyle bir ortamda -1960’ların başında- soyut ile figür arasında çok sert fırça darbeleri ile yaptığı; yürüdüğü topraklar yanmış, üniformaları yırtık, vücutları parçalanmış, kimlikleri belirsiz yaralı askerlere yer verdiği; beden parçalarının öne çıktığı, karanlık, siyah, üç-dört metrelik resimlerle ortaya çıkıyor… Soyut eserler yapan bir sanatçı olmak istemiyor. Yaşadığı savaşı ve öğretmen babası zorunlu olarak savaşa gittikten sonra her izne geldiğinde vücudunda eksildiğini gördüğü şeyleri unutamıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın travma ve trajedisine tepki olarak, benzersiz ve kendine özgü bir sanatsal üslup geliştiriyor. Oysa o yıllarda Almanya’da artık kimse savaşla ilgilenmek istemiyor. Herkes yaşananları geçmişte bırakma, üretme, ekonomiyi düzeltme, önüne bakma derdinde. Baselitz buna katılmıyor: “Travmalarla, yaralarla yüzleşmeden ilerleyemeyiz” diyor.  Ve o dönemki eserleri ile çok ses getiriyor. Sergilere polisler geliyor, Baselitz o dönemde istenmeyen sanatçı oluyor. Fakat belirli bir zaman sonra başka sanatçılar bu yaklaşımı ilginç/önemli buluyor ve Baselitz’in açtığı kapıdan ilerlemeye başlıyor. Ve Neo-Ekspresyonizm akımı doğuyor… 

Dolayısıyla SSM’deki sergiyi gezmeden önce Baselitz’in, bir dönem figürü kimse kullanmazken onu geri getirme cesaretini gösterdiğini, bir nevi figüratif sanatın dönüşümünü sağladığını, politik ve eleştirel çalışmalarıyla döneminde tek olduğunu bilmek önemli… 

Eserlerini Ters Çizmeye Başlıyor

Bu bahsettiğim Baselitz’i “Baselitz” yapan, sanat tarihinde anılmasının asıl nedeni olan dönem. Sonraki dönemde -yani travmasını yaşayıp kendi yaralarını sardıktan sonra- yine soyut sanat yapmak istemiyor, kendine yeni bir yöntem buluyor: 1969’dan itibaren eserlerini ters çizmeye başlıyor. Bu yaklaşım Baselitz için biçimi içerikten arındırmanın ve soyutlama ile figürasyon arasında bir yerde durmanın yolu oluyor. Bir yandan figüratif ressam olmaya devam ederken, aslından soyuta giden eserler ortaya koyabiliyor. Yine normalin dışına çıkıyor fakat çok daha sakin bir şekilde…

86 Yaşında Hala Yeni Yaklaşımlar Deniyor

Bir sanatçının güncel üretimini anlamak istiyorsak eski eserlerine bakmak gerekiyor. SSM’deki son on yıldaki çalışmaları gösteren bu sergi ile Baselitz hakkında takdir etmemiz gereken bir başka şey de çıkıyor ortaya. Sanatçılar büyük çoğunlukla ilerleyen yaşlarında büyük değişiklikler yapmaz, bildikleri türde eserler üretmeye devam ederler. Değişim ihtiyaçları yoktur, zaten kabul görmüşlerdir. Şu an 86 yaşında olan Baselitz’in hala yeni yaklaşımlar denediğini görüyoruz. İlham verici bir şekilde üretmeye, oynamaya ve değişmeye devam ediyor. Çorapları kullanmaya başlaması, kalın fırçalarla, eski döneme göre hızlı hareketleri, kullandığı renkler, yabancı maddelerle kompozisyonda yarattığı gerilimler… Geçmiş eserleri ile neredeyse hiç ilgisi olmayan, hatta koleksiyonerler için sıkıntı yaratabilecek seviyede farklı eserler var bu sergide. 

Bugünü Anlamak İçin Geçmişle Karşılaştırmak…

Sanatçının geçmişte yaptıklarıyla hayatının son on yılında ürettiklerini karşılaştırmak, sergideki eserleri ve Baselitz’in yaşadığı değişimi anlamak açısından önemli. Baselitz’in, hayatın yaralarıyla yüzleşmeyi tercih ettiğini ve bu tavrı son yıllarda da sürdürdüğünü görüyoruz. Ruhun, günlük hayatın ve dünyanın karanlık yanını hatırlatan unsurlar eserlerinde belirgin.

Sanat eğitimi aldığımız yerlere “güzel sanatlar fakültesi” denir, çünkü güzellik uzun yıllar sanatın temel değeri olmuştur. Ancak Baselitz’in eserlerinde “güzel sanatlar” yerine “güçlü sanatlar” görüyoruz. Rahatsız edici, parçalanmışlığı anlatan eserleri, dünyadaki karmaşaya farklı bir perspektiften yaklaşıyor. Büyük formatlarda sanat tarihinin ikonik figürlerini kullansa da tek bir söyleme indirgenemeyen eserler sunuyor.

Tüm bunlarla birlikte bu kadar anıtsal boyutta eserler söz konusu olunca, sergi “bir sanatçının nasıl çalıştığını görmek” açısından da önemli fırsatlar sunuyor.            

Prof. Dr. Marcus Graf

Dergimiz her ayın ilk haftası Türk Telekom Dergilik, D&R, Remzi Kitabevi ve tüm seçkin marketlerde…