Türkiye’nin önemli küratörlerinden biri olan ve Yeditepe Üniversitesi’nde verdiği dersler ile pek çok genç sanatçının yetişmesine katkı sağlayan Marcus Graf çalışmalarını, Tiffany Majorca ile gerçekleştirdikleri işbirliklerini ve hobilerini bu ay Gentleman’a anlattı…
Marcus Graf 2001 yılından bu yana Türkiye’de yaşıyor.Bugüne dek 150’den fazla serginin küratörlüğünü gerçekleştiren Graf, Siemens Sanat, Plato Sanat, Milli Reasürans Sanat Galerisi, Contemporary Istanbul, Akbanksanat, Erimtan Müzesi, Baksı Müzesi, Elgiz Müzesi, Cendere Müzesi ve Gazhane Müzesi gibi önde gelen sanat kuruluşlarında pek çok önemli küratöryel deneyime imza atmış bir isim. Bunun dışında, çağdaş sanat ve sanatçılar hakkında da birçok kitap, sergi kataloğu ve yayının yazarı olan Marcus Graf ile Eylül sayımız için sanat dolu bir sohbete imza attic…
Gentleman: Marcus Bey, uzun yıllardır Türkiye’de akademik kariyerinizi devam ettirmektesiniz. Sizi biraz daha yakından tanımak için kendinizden bahsedebilir misiniz?
Marcus Graf: 1974 yılında, Almanya’nın Hamm şehrinde tipik bir endüstriyel kasabada doğdum. Almanya’nın Hildesheim Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar, Estetik ve Sanat Tarihi Enstitüsü’nde Kültürel Bilimler ve Estetik İletişim alanında eğitim aldıktan sonra, 2010 yılında Almanya Stuttgart Sanat Akademisi’nde Çağdaş Sanat Tarihi, Estetik ve Sanat Teorisi Enstitüsü’nden doktora derecesi aldım. 2017 yılında, İstanbul’daki Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Çağdaş Sanat Tarihi ve Teorisi Profesörü oldum ve 2003 yılından beri öğretim yapmaktayım. Şu anda Sanat ve Kültür Bölümü Başkanı olarak çalışmaktayım. Sanatla oldukça geç yaşta temas ettim, çünkü çocukluk ve gençlik dönemimde güzel sanatlara pek maruz kalmadım. İlk olarak spor ve müzik, kendimi ifade edebildiğim alanlardı. Daha sonraki gençlik yıllarımda graffiti yapma ve 1980’lerin sonlarında Hip Hop kültürüne büyük ilgi gösterme sonrasında görsel sanatın, hem kendimde hem de dünyada bilinmeyen yönleri keşfetme özgürlüğünü ve şansını bulabileceğim bir alan olduğunu fark ettim. O zamandan beri sanat, en büyük tutkum ve yaşamımın büyük bir parçası haline geldi. Üniversiteden mezun olduktan sonra birkaç ay boyunca New York’ta kaldım ve 2001 yılından bu yana İstanbul’da yaşıyorum. Boğaz’ın hemen ardından bulunan bu metropolde kısa süre sonra sevgili eşimi tanıdım, bu da burada kalmaya karar vermemin sebebiydi. İki çocuğumuz var. Oğlum Lukas 16 yaşında, kızım Lea ise 10 yaşında. Onlar hayatımın gurur ve neşesi. 1990’ların ortalarından bu yana 150’den fazla serginin küratörlüğünü yaptım. İlk küratöryel deneyimimi Almanya’da yaşadıktan sonra, İstanbul’da Siemens Sanat, Plato Sanat, Milli Reasürans Sanat Galerisi, Contemporary Istanbul, Akbanksanat, Erimtan Müzesi, Baksı Müzesi, Elgiz Müzesi, Cendere Müzesi ve Gazhane Müzesi gibi önde gelen sanat kuruluşlarında küratör olarak görev aldım. Bunun dışında, çağdaş sanat ve sanatçılar hakkında birçok kitap, sergi katalogu ve yayının yazarıyım. İstanbul’da akademik, küratör ve sanat yazarı olarak yaşıyorum.
G: Türkiye’ye yerleşerek akademik kariyerinize burada devam etme fikri nasıl doğdu?
M.G: Ben zaten 1990’ların başında, mezun olduğum Hildesheim Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyordum. Her zaman üniversitede öğretmen olmayı istemiştim, çünkü genç insanlarla çalışmak ilham verici ve anlamlıdır. 2003 yılında, Kültür Yönetimi Bölümü’nde kariyerime Yeditepe Üniversitesi’nde başladım. Özellikle İstanbul gibi kültürel sahnenin hızla geliştiği bir yerde, akademik bir kişi olarak sosyal, kültürel ve sanatsal değişimde küçük bir rol oynama şansımın olduğunu fark ettim. Bu, herhangi bir eğitim mesleği için son derece tatmin edicidir.
G: Yeditepe Üniversitesi’nde eğitimlerinize devam ediyorsunuz. Hangi alanlarda dersler veriyorsunuz?
M.G: Sanat tarihi, küratöryel uygulama, koleksiyon yönetimi ve sanat yazımı gibi çeşitli dersler veriyorum.
G: Bu zamana kadar pek çok önemli sergide yer alarak küratörlük yaptınız. Bize bunlardan da kısaca bahseder misiniz?
M.G: Üniversitenin ikinci sınıf öğrencisiyken 1996 yılında kendi dairemde ilk küratöryel projemi başlattım. Bugün buna off-space veya yeraltı galerisi de diyebiliriz. Kulağa havalı ve şık geliyor. Sanatı sergilemek, sanatçılarla tanışmak ve onlardan öğrenmek istedim. Hiçbir kurumun benimle çalışmayacağını düşündüm, bu yüzden başvurmadım veya denemedim ve bunun yerine kendi bir alan açtım. O günden beri çağdaş sanat hakkında sergiler düzenlemeye devam ettim. İstanbul’da, 2003 yılından beri küratör olarak çalışıyorum, o dönem Siemens Sanat’ın önemli sanat alanının sanat direktörü oldum. Bu kar amacı gütmeyen kuruluş, o zamanlar İstanbul’da genç ve çağdaş sanata odaklanan ilk kuruluşlardan biriydi. Ben küratörlük pratiğini çok yönlü bir meslek olarak anlıyorum, sanatçılar ve sanat kurumları için ara-medyatik ve ardisipliner bir hizmet. Küratörlük öncelikle bir organizasyon işidir. Küratör, sergi uzmanı olarak sanatçılar ve sanat kurumları için sanat sergileri tasarlar ve düzenler, ayrıca sanat sahnesi, kurumlar ve halk arasındaki kültürel üçgenin diğer bileşenleri için de çalışır. Öte yandan, küratöryel çalışma son derece yaratıcı, sanatsal, analitik ve felsefidir. Benim için bir küratör aynı zamanda kültür ve toplumun mevcut durumunu sanat ve sanatçıların yardımıyla analiz eden ve değerlendiren bir araştırmacıdır. Küratörlerin, bilinen durumun ötesine geçen vizyonları ve ütopyaları açığa çıkarmaya yardımcı olmaları gerektiğine inanıyorum, böylece gerçekliği deşmek, klişeleri ve sanat ve toplum hakkındaki yüzeysel varsayımları yok etmek mümkün olur. Benim işim, sanatın bir izleyici kitlesiyle paylaşılabileceği kültürel platformlar oluşturmaktır. Bu nedenle sanat ve kültür için bir ortam oluşturmak yaptığım işin en önemli parçası.
Top of Form
G: Yakın zamanda Tiffany Majorca markasıyla da bir işbirliğiniz oldu. Bize bu işbirliğinin başlama hikayesini anlatır mısınız?
M.G: Tiffany Majorca’da çalışan eski öğrencilerimden biri olan Simay, bir gün beni aradı ve şirketin sanatsal ve kültürel projeleri kurumsal kültür ve organizasyonlarına entegre etme isteğinden bahsetti. Şirketin yöneticileri ve yöneticileriyle tanıştıktan sonra, tasarım, sanat ve kültürün etkileşimi kavramının fikirlerime uyduğuna ikna oldum. Onların vizyonunu çağdaş, otantik ve yenilikçi buldum. Bu nedenle beyin fırtınası yapmaya başladık ve hemen kültürel etkinlikler, sanatsal projeler ve eğitim programları konusunda birkaç proje geliştirdik.
G: Bu işbirliği ile hangi çalışmalara imza atacaksınız?
M.G: Şu anda, Tiffany Majorca’daki harika bir ekiple birlikte, sanat ve kültürü kurumsal kimlikleri ve kurumsal yapısına daha fazla entegre etmek için çalışıyorum. Contemporary Istanbul’da, onları lounge alanlarını tasarlarken destekliyorum; burada sanat anlayışları ve kültürel katılımları daha geniş bir kitleye iletilmiş olacağız. Ayrıca, Feyzan Ersinan’ın moderatörlüğünde özel bir sanat sohbetini yöneteceğim ve misafirlerine fuar boyunca rehberlik edeceğim.
G: Bu işbirliğinizin devamı da gelecek mi?
M.G: Sonbahardan itibaren, Etiler’deki Majorca Tiffany sanat, tasarım ve kültürel alanlarında sanat seminerleri, atölyeler ve özel sanat projeleri düzenleyeceğiz. Ayrıca, kurumsal sanat programları konusunda danışmanlık yapmaya devam edeceğim.
G: Contemporary Istanbul 18’inci kez kapılarını açacak. Nasıl bir Contemporary olacak, sizin bakış açınızdan dinlemek isteriz.
M.G: Contemporary Istanbul, sanat piyasasının güncel durumunu yansıtan önemli bir merkez. Türkiye’nin önde gelen galerileri ve dünyanın birçok önemli galerisi, en güçlü sanatçılarıyla en iyi eserlerini sunmak üzere İstanbul’a gelecekler. Bu nedenle fuar, ziyaretçilere bugünün sanat çeşitliliğini görmeleri için bir fırsat sunarken aynı zamanda yeni sanatçıları keşfetme ve tanınmış sanatçıların yeni eserlerini görmeye de imkan sağlıyor. Sanat dünyamızın sürekli dijitalleşmesi nedeniyle, daha fazla dijital sanat ve yapay zeka veya dijital medya ile ilgilenen sanatçıları görmeyi bekliyorum. Figüratif sanat trendi devam ediyor, bu nedenle çoğunlukla hikayelerini realizmden ekspresyonizme kadar uzanan sanatsal stratejilerle ileten sanatçıları göreceğiz.
G: Contemporary Istanbul’un önemini ve yurt dışından nasıl görüldüğünü de size sormak isteriz.
M.G: Contemporary Istanbul, yalnızca İstanbul’un değil bölgesininde önde gelen sanat fuarlarından biridir. Yerel ve uluslararası itibarı yüksektir ve güçlü bir ağı bulunmaktadır. Türkiye’nin önde gelen galerilerinden biri olarak görünmek istiyorsanız, Contemporary Istanbul tarafından seçilmek için başvurmanız gerekmektedir. Genç galeriler için elbette kolay değildir, ancak sonunda hepsi Contemporary Istanbul’a katılmayı amaçlarlar. Fuar aynı zamanda çağdaş sanat koleksiyonu yapma konusunda bir tetikleyici işlevi görür. Medya varlığı güçlüdür ve sanatseverler ile sanat koleksiyonerlerinin genel ilgisi de güçlüdür. Bu, fuarın önemini göstermektedir.
G: Türkiye sizin ikinci ülkeniz. Türkiye’de sizi en çok ne etkiliyor? Vazgeçilmez kılan ne?
M.G: İstanbul’u tüm artıları ve eksileriyle seviyorum. Sokaklarında akan dinamizm ve kaos, sürekli olarak öğrendiğim değerli kaynaklardır. İstanbul’daki sosyal yönü, beni en çok etkileyen şeydir. En büyük şehir, hayatınızı paylaşabileceğiniz insanlar olmadan anlamsızdır. Ailem, arkadaşlarım ve üniversitedeki meslektaşlarımın yanı sıra yıllar içinde tanıştığım sanatçılar ve sanat uzmanları, İstanbul’da kalmamın gerçek nedenleridir. Onlar olmadan bu metropol, soğuk ve sert betonlardan yapılmış yalnızca büyük bir şehir olurdu.
G: Okul ve diğer çalışmalarınızda kalan vakitlerinizde neler yaparsınız?
M.G: Çalışmamın dışında geçirdiğim zamanın çoğunu eşim ve çocuklarımla geçiriyorum. Eşim Şebnem ile düşüncelerimi paylaşmak, Lea ile oynamak veya Lukas ile vakit geçirmek günün en değerli anlarıdır. Bunun dışında elektrikli gitar çalmayı da seviyorum. Küçük bir koleksiyonum olduğu için her gün çalabileceğim bir tane seçebiliyorum. Bu harika bir hobi, akşamları günün stresini atabileceğim bir aktivite.
G: Türkiye’de sevdiğiniz rotalar ve mekanlar hangileri?
M.G: Taksim ve Kadıköy çevresindeki bölgeler, sanat ve kültürü deneyimleyebileceğiniz harika yerler sunuyor. Karaköy ve Dolapdere’deki galeriler, İstiklal Caddesi’ndeki sanat kurumları, sıklıkla ziyaret ettiğim yerler arasında. Bunun dışında, Arter, İstanbul Modern ve Pera Müzesi gibi daha büyük sanat kurumlarını da sıkça ziyaret ederim. Asya tarafında, Müze Gazhane de sevdiğim bir mekandır. Elbette Boğaz çevresi ve Caddebostan sahilindeki alanlar, dinlenmek ve yeni enerji kazanmak için mükemmel yerlerdir. Bu yerlerde ailemle piknik yaparım, çocuklarımla bisiklet sürer veya paten kayarım.
G: Biraz bizlere Almanya’daki ailenizden de bahseder misiniz?
M.G: Ben, işçi sınıfından gelen bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Bir kömür madencisi olan babam, ben üniversitedeyken vefat etti, doksan yaşındaki annem ise hala sağlıklı ve mutlu bir şekilde Hamm’da yaşıyor. O, hayatta karşılaştığı tüm zorlu zorluklara rağmen sürekli pozitif tutumunu koruyan güçlü bir kadındır. Bir abim ve bir ablam var, ikisi de bana yakın ve sevgi dolu kişilerdir.
G: Yakın zamanda küratörlüğünü üstleneceğiniz projeler olacak mı?
M.G: Sonbaharda Gallery 77, RS Gallery, Artopol Gallery ve Eart Gallery sergileri için küratörlük yapacağım. Bunun yanı sıra, Cendere Müzesi’nde büyük bir grup sergisinde küratörlük yapacağım. Bu nedenle çok fazla meşgul olacağım. Umarım bu sergilerle şehir dokusunun ve hep birlikte paylaştığımız toplumumuzun sürekli değişimine olumlu katkıda bulunabilirim.