Ateş ve güneşle ruhu kavrulmuş bir Akdenizli ‘Sicilya’. Samimiyetin beden diline yansıdığı, çeşmelerinden mitolojik öykülerin döküldüğü, Vito Corleone’yi anmadan bir anın geçmediği, dar sokaklarında masumiyet dolu çocukluk anılarına götüren bir İtalyan…
Bayram tatili uzun, tatil yapma şansımızda pek olmayınca durumu değerlendirip arkadaşımla Sicilya Adası’nı ve tüm şehirlerini gezmeyi plandık. Gezi planımız belli olduğunda herkesin kafasındaki “Sicilyalı” hikayeler önümüze serildi. Ne de olsa dikkatli olmak, güvenlik konusunda aşırı hassas olmak gerekirdi. Mafya anlatıları roman olmuş, Oskar almış filme dönmüş bir yere gidiyorsanız buna hazır olmalısınız. Yine de yeterince hazır değilmişiz ki bu cümlelerin tedirginliği adanın merkezi Palermo’ya uçuşumuz sırasında konumuz hep güvenlik konusuna takılı kaldı. Palermo Havaalanı’na inince kelimenin tam anlamıyla havamız değişti. Butik, küçücük bir havaalanı, adeta Adana Havaalanı tadında. Fakat Akdeniz’in en güzel, en şöhretli adalarından birinde olmanın bazı bedelleri de var hayatta. Mesela önceden kiraladığımız aracı dış hatların yoğunluğundan dolayı beklemek zorunda kaldık. Uzunca beklemenin karşılığı olarak Sicilyalılar bize jest yaparak upgrade Jeep teslim ettiler. İlk tavsiyem Sicilya’da araç kiralama saatinizi uzun tutmamanız üzerine. Biz İtalya’n stilini yaşamak adına 500xl kiralamıştık, ama gezi sonunda çıktığımız dağ yollarda iyi ki Jeep kiralamışız dedim. Ne demişler her işte bir hayır varmış!
Deniz, güneş, Eleonora güzel de insan İtalya’ya gelince mütemadiyen acıkıyor. Tabii ki Ballaro Pazarına gidip, balıkçıların tuttuğu balıklarla da poz verdik ve oradan masa örtüsü, hediyelik eşyalar almayı da ihmal etmedik. Ayhan Sicimoğlu’nun Manisa’nın M’si diye adlandırdığı abileri göremediğimizi de belirteyim. Ama tranca balığı ile bir anı aldık. Avrupa’nın en büyük Opera Binası Teatro Massimo‘nun çevresini gezip o isimle tarihi bir restoranda deniz ürünlü makarnalara acımadık.
Ertesi gün Matisse tablolarından düşmüşçesine güzel Cefalü’ye doğru yola çıktık. Sokakları çamaşır suyu kokan, sakız gibi çamaşırların gölgelerinin salındığı pencereleriyle film seti gibi bir balıkçı kasabası Cefalü. Güneş gök yüzünde parıldarken neredeyse kucaklaşan evlerin gölgesinden yürüdük, el yapımı seramik dükkanlarında vakit harcadığımıza değen bir yer oldu bu kasaba. Güneş ufukta kaybolurken Pesca Spada balıkları ve kalamarları mideye indirdik. Eşsiz gün batımı bize eşlik ederken Orta Çağ kasabasının dokusuna, tabiatın cömertliğine bir kez daha hayran olduk.
Ertesi gün rotamızı kralların ve film artistlerinin adası Toarmina’ya çevirdik. Yol manzaraları zihnimdeki anılar çekmecesinden yaylaya gittiğimiz çocukluk yıllarımı çıkarttı. Akdenizli olmamın avantajı, öze dönmenin tuhaf mutluluğu yol boyu yüzümde asılı kaldı. Anılardan uyanış Toarmina’ya gelir gelmez park yeri bulmanın sevinciyle perçinlendi. Aracı park etmemizin ardından zamanı unutturan muhteşem bir antik tiyatroya kendimizi atıyoruz. Helenistik dönemin yüksek estetik beğenisini yansıtan tiyatroda akşam gerçekleşecek konser hazırlıklarına denk gelmek bizi mutlu kılıyor. Binlerce yıllık bir tiyatronun hala yaşaması, zamanın dokunmak gibi özel bir duygu yaşatıyor. Öte yandan sıcak tenimizden geçip içimizi eritirken gözümüze kestirdiğimiz Kral Edvard, Sofia Loren gibi tarihe kazınmış karakterlerle özdeşleşen Belmod Otel’de çay saati yapıyoruz. Kısa süreli Toarmina bana yetmiyor, kendime yine gelmeliyim sözü vererek bölgeden ayrılıyorum.
Geceyi Ortiga‘da Otel Roma ‘da noktalıyoruz. Ortigia kokularıyla meşhur, sabun ve mumların esanslarıyla sokakları sarmış baş döndürücülükte. Limonatanın İtalyanlardan geldiğini öğrendiğim bir kafeden ayrılırken önüme çıkan palmiyelerin güzelliğine hayran kalıyorum. Palmiyeler bana sebepsiz mutluluk veren, fazlasıyla sevdiğim ağaçlar. Ortiga markası kokuların üzerinde de palmiye ve leopar görünce hemen soruşturmaya girişiyoruz. Tarihi mozaiklerinden alınmış semboller olduğunu öğreniyoruz. Sicilya bir kitap içinde, sayfalar arasında dolaşmak gibi. Benzersiz tatlar ve kokularla süslü bir keşif alanı adeta.
Gün batımını Scala Dei Turcihi ‘de yakalamak için yollara düşüyoruz yine. Türk merdivenleri adı savaşta Türklerin kullandığı liman ve durak olduğu için verilmiş. Sanki Pamukkale’deyiz. UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde. Bembeyaz taşlarda gün batımı harika, yukarıdaki restoranlar ağır fakat güzel tatlar sunuyor. Tüm yollarda yürüyerek video çekme hissi oluyor insanda. Sanki hiçbir fotoğraf bu enerjiyi yansıtamazmış gibi geliyor bana.
Adeta yorgunluk bir süre sonra bizi esir alıyor. Kendimizi Sciacca ‘da evimize atmak için sabırsızlanıyoruz. Ev denize sıfır sanki Silifke Susanoğlu’nda ki evimiz gibiydi. Aidiyet duygusunun güzelliğine kapılıyorum. Evin içindeki mutlu aileyi bile hissettim gel gör ki ıstakoz gibi yanmayı da aynı mekanda başardık.
Böylesine huzurlu bir günün ardından yolumuz gün batımını izlemeye Marsala’ya çıkıyor. İnanılmaz bir tabiat harikası. Güneş, batımından sonra renkler raks ediyor adeta. Yine makarna ve aperatiflerini yedik ve artık demir atacağımız nokta Tranpani’ye geldik.
Sokaklar, caddeler sanki tanıdık. O çocukluğumun uykularındaki valiz tekerleklerinin sesleri…
Sabah bir his beni kalk diye dürttü. Bayram sabahı zaten dua için erken kalkacaktım. İyi ki kalktım, böyle bir manzara yok! Tranpani tam bir liman şehri, birçok cruse turlarının da durağı olması sebebiyle hareketli. Emanule caddesi en meşhur yeri. Sabah mis gibi Cden gelen tereyağı kokularıyla uyanıyor kendimizi patisserielerden genevize peynirli pizza alırken buluyoruz ve tabii ki espressso! İtalya’da hiç Starbucks olmadığını biliyor musunuz? Bir tane Milano’da vardı oda kapandı. İş yapamadığı için!
İtalyanlar kahve bizim işimiz diyor . Öğlen pizza ve luncha geçen insanlar 13:00-17.00 arası yoklar; siestadalar. Fakat çok haklılar. Sıcaklık teninizden içeri akıyor neredeyse, düşünün sokaklarda bir tek biz vardık.
Trapani’de kaldığımız bir akşamı da Erice’ye ayırdık! İşte “mamamia”! Böyle bir güzellik insana ıslık çaldırır. Masal gibi sokaklar, kalesinde kendimi Game of Thrones ya da Outlander dizilerinde gibi hissettim. Instagram paylaşımlarımda da bolca Godfather müzikleri ve Walzt kullandım. Coğrafyanın verdiği ilhama kulak vermek lazım. Biraz Afrika, biraz Arap, biraz Avrupa karması bir ada idi Sicilya benim için. Erice’yi mutlaka görülecekler listenize kaydedin ve La Pasticcerian di Maria Grammatio ‘da mutlaka genovesi, graffe, tortina paradise yemeyi de ihmal etmeyin.
Sekizinci günün sonunda Tranpani ‘de olup Favignana Adasını da yarım saatte giden feribotla görüp dönüyoruz. Her biri ayrı güzel bu koylara günler değil aylar lazım. Ve aklımız kalsın diye dönüş yolunda Tonnara di si copello’da bir yemek molası verip Palermo’ya, uçağa dönüyoruz.
Bir yeri güzel yapan kesinlikle insanlardır, sevdiğin neredeyse orası güzeldir. Seyyah ruhumu besleyip mutlu bir şekilde gökyüzünde süzülürken Sicilya ruhumda hep geri dönülmesi gereken bir yer olarak kalıyor.