Kadın girişimciliğinin öncülerinden Gamze Çizreli, yeni mekânı Kaicy ile gastronomiye sadece lezzet değil, sanat ve sürdürülebilirlik katıyor. Dünya Kadınlar Günü’nde, sektörün zorluklarına rağmen cesaret ve kararlılıkla yol alan kadınların gücünü vurguluyor. “Kadınların önündeki en büyük engel yine kendileri” diyen Çizreli, ilham veren hikâyesiyle mutfakta ve iş dünyasında fark yaratmaya devam ediyor.
Röportaj: Merve Yedekçi

Gentleman Dergisi olarak her yıl Mart ayında, Dünya Kadınlar Günü’ne özel ilham verici kadınları ağırlıyoruz. Bu yılki konuğumuz, gastronomi dünyasında fark yaratan Gamze Çizreli. Türkiye’de yeme-içme sektöründe yenilikçi konseptleriyle öne çıkan Çizreli, kadınların iş dünyasında cesaretle var olmasının önemini vurgulamaya devam ediyor. Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir araya geldiğimiz Çizreli, yeni mekânı Kaicy ile gastronomide sadece lezzet değil, sanat ve sürdürülebilirlik de sunuyor. Antakya Arkeoloji Müzesi’ndeki “Kaicy” mozaiğinden esinlenerek tasarlanan bu özel mekân, Doğu Akdeniz mutfağının köklü mirasını modern dokunuşlarla harmanlıyor. Michelin yıldızlı şef Aziz Doğrucu’nun katkılarıyla hayata geçirilen Kaicy, sadece bir restoran değil, aynı zamanda bir sanat ve gastronomi buluşma noktası. Kadınların iş hayatında daha fazla yer almasının önemine dikkat çeken Çizreli, ilham veren başarı hikâyesiyle yalnızca gastronomi dünyasına değil, girişimci olmak isteyen kadınlara da yol gösteriyor. Bu özel sayımız için yeme-içme sektörünün dinamiklerini, yaşanan zorlukları ve kadın girişimciliğinin geleceğini kendisiyle konuştuk.

Kaicy, ‘Sana da’
Gastronomi dünyası, değişen tüketici alışkanlıkları, ekonomik dalgalanmalar ve turizm hareketliliğiyle sürekli evrim geçiriyor. Kaicy gibi özgün ve sürdürülebilir konseptlerin bu dinamik ortamda nasıl yer bulduğunu Gamze Cizreli şu şekilde özetliyor: “Sürdürülebilir, kaliteli ve fark yaratan konseptler sektörün güçlü silahları olacak. İnsanlar sadece yemek değil, bir deneyim arıyor. Mekânlar, farklılaşacak hikâyeler yaratmalı. İşte bu yüzden Kaicy, sıradan bir restoran değil, kültürel bir deneyim olarak tasarlandı. Mekânın ismi, Antakya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen ‘Kaicy’ mozaiğinden geliyor. Yunanca’da “sana da” anlamına geliyor ve “benim için ne dilersen, sana da aynısını dilerim” ifadesini simgeliyor. Antik Çağ’da kem gözden korunmak için evlerin girişine yerleştirilen bu mozaik, pozitif enerjinin ve iyi dileklerin sembolü olarak görülmüş. Bizim kültürümüzdeki nazar boncuğuna benzetebiliriz. Biz de bu anlayışı benimseyerek, Akdeniz’in zeytin ağaçları, özenle seçilmiş sanat eserleri ve doğal Akdeniz mutfağının köklü mirasını bir araya getiren bir konsept oluşturduk. İç mimari projemizi Toros & Partners, sanat danışmanlığı ve küratörlük çalışmalarını ise Begüm Güney’in vizyonuyla hayata geçirdik. Lezzet kadar doğaya saygıyı da önemsiyoruz. Mekânın mutfağını, Michelin yıldızlı restoranlarda deneyim kazanmış Şef Aziz Doğrucu ve mutfak mentoru Murat Aslan yönetiyor. Nihayetinde, Levanten kültürünün tarihsel zenginliklerini buraya getirerek birlikte konseptimizi oluşturduk.”
Yemek; Paylaşmanın ve İkram Etmenin Ritüeli
Ankara’da 1993 yılından bu yana yeme-içme sektöründe faaliyet gösteren Gamze Cizreli, 32 yıllık kariyerinde misafir ağırlama kültüründen gelen bir ailede yetişmiş olmanın büyük etkisi olduğunu vurgulayarak; “Sürece baktığımda, tamamen misafir ağırlama kültüründen gelen bir ailede yetişmiş olmanın büyük bir etkisi olduğunu görüyorum. Hep kalabalık sofralarda büyümek… Rahmetli anneannem, evde kimse olmasa bile mutlaka sofra kurar hepimizi de sofrada görmek isterdi. Bizde tüm yemekler büyük kazanlarda pişerdi, çünkü paylaşmak bizim kültürümüzün temel taşlarıydı. Bu, bir şehir efsanesi değil; gerçekten yaşanmış, içselleştirilmiş bir gelenek. Ben de hâlâ aynı alışkanlığı sürdürüyorum. Şimdi büyük şehirde yalnız yaşıyorum, ama bu alışkanlığımdan vazgeçmiyorum. Kuru fasulyeyi de sumak ekşili patlıcan dolmasını da hala büyük porsiyonlarda, büyük tencerelerde pişiriyorum. Çünkü benim için yemek sadece yemek değil, paylaşma ve ikram etme hali. Bu yüzden konu sadece sofraya değil, insan ilişkilerine, güvene ve dayanışmaya da uzanıyor. Bu kültür, doğal olarak benim bu sektöre girmeme ve misafir ağırlama anlayışıma da yansıdı” diyor.

Kadınların Önündeki En Büyük Engel, Kendileri
Gamze Cizreli, restoran sektörüne adım attığı yılları ise şöyle anlatıyor: “Girişimci olmamı kimse istemedi; ailem, kurumsal hayatta kalmamı bekliyordu. Ancak ben her zaman sürüden ayrılan oldum. Üç kız kardeş olarak aynı eğitim ve görgüyle büyüdük, fakat ben bambaşka bir yol seçtim. Çoğu insan ailesini kırmamak için geri adım atardı; babam da bu yüzden aylarca benimle konuşmadı. Kararlıydım ve bu direnç beni daha da iddialı hale getirdi. Girişimciliğe başladığımda, kadın girişimciliği diye bir kavram neredeyse yoktu. O dönemde kadınlara özel hiçbir destek mekanizması bulunmuyordu. Bugün ise durum çok farklı; kadın girişimciler erkeklere kıyasla daha avantajlı. Kadınlara yönelik teşvikler, finansal destekler ve mentorluk programları oldukça yaygın. Bu da kadınların iş dünyasına daha güçlü bir şekilde adım atmalarını sağlıyor. Kadın girişimciliğini desteklemek giderek daha önemli hale geldi. Bunun bir kısmı toplumsal farkındalığın artmasıyla ilgili olsa da bazı markalar için aynı zamanda bir pazarlama stratejisine de dönüştü. Ancak burada önemli bir nokta var: Kadınların önündeki en büyük engel, yine kendileri. Artık “eşim izin vermedi”, “babam karşı çıktı”, “ailem desteklemedi” gibi bahanelerin geçerli olduğunu düşünmüyorum. Evet, toplumun getirdiği zorluklar var, ancak gerçekten kararlı bir kadın için aşılmaz hiçbir engel yok. Toplumsal öğretiler nedeniyle kadınlar genellikle çabuk pes etmeye meyilli olabiliyor. Oysa doğru bir fikri olan, buna inanan ve fikrini anlatabilen her kadın mutlaka yolunu bulur. Kararlı bir kadının önünde kimse duramaz! Kadın ya da erkek fark etmez; önemli olan, önce kendi fikrine inanmak ve cesur olmak. Eğer kişi kendi fikrinden şüphe ederse, en küçük engelde bile pes eder. Başarmak için cesaret şart.”
Zayıf Yönlerimiz Yerine, Güçlü Yanlarımızı Beslemeliyiz
“Genetik miras önemli olsa da asıl farkı yaratan şey, insanın içindeki ışığı keşfetmesi. Çünkü bazen bu ışık, toplumun, ailenin veya çevrenin etkisiyle bastırılabiliyor. Çoğumuz, kendimizle baş başa kalmayı pek beceremiyoruz. Küçüklüğümüzden itibaren yalnızlığın kötü olduğu öğretiliyor, sürekli sosyalleşmeye yönlendiriliyoruz. Oysa zaman zaman yalnız kalmak, kendimize dönmek, gerçek gücümüzü keşfetmemizi sağlar. Bir şirket kurarken nasıl SWOT analizi yapıyorsak, kendimizi de aynı şekilde analiz etmeliyiz. Hepimizin mutlaka bir süper gücü var. Önemli olan, bunu fark edip üzerine gitmek. Hayat yolculuğumda edindiğim en önemli tecrübelerden biri, güçlü yönlerime odaklanmanın başarıya giden en doğru yol olduğu. Çoğumuz zayıf yanlarımızı geliştirmeye çalışarak zaman kaybediyoruz, oysa asıl yapmamız gereken, doğal yeteneklerimizi daha da güçlendirmek ve bu alanlarda kendimizi geliştirmek. Elbette her konuda mükemmel olamayız. Finans veya analitik düşünme gibi alanlarda eksiksek, bu açığı kapatmaya çalışmak yerine, doğru iş ortakları ve ekip arkadaşlarıyla ilerlemek çok daha verimli olur. Ne yazık ki hem iş ortaklarımızı hem de hayat arkadaşlarımızı seçerken genellikle kendimize benzeyen insanlara yöneliyoruz. Oysa bizi gerçekten ileri taşıyan, bizi tamamlayan insanlarla bir araya gelmek. Burada en kritik nokta, değer birlikteliği.”
“Toplumsal engeller olsa da gerçekten kararlı bir insan için hiçbir şey aşılmaz değil. Doğru bir fikre inanıp onu savunan herkes mutlaka yolunu bulur. Önemli olan, önce kendi fikrine inanmak ve cesur olmak!” – Gamze Cizreli