Ne zordur yüreğimiz yanarken dilimizle konuşmak, kalemimizle yazmak? Zaten yanan kalpleri hissedersiniz. Matem sadece ahu efgan ile olmaz. Bazen de çok derinlerden çıkan lavlar gibi masum ve mağdur gözlerden sessizce dökülür gider.
Güzel ülkemizin bir güzel yöresi yarı kıyamet depremler ile sarsıldı, yıkıldı. “Yedi Güzel İnsanın” şehri diye de bildiğimiz şehirde yoğunlaşan sarsıntılar Yedi Uyuyanların bulunduğu yöreye dayandı. Kutsal Kitabımızda anlatılan, Allah’ın elçilerini korumak için “Şehrin ta uzak bir köşesinden koşup gelerek” kendini feda eden o mümin insanın beldesi kadim Hatay da yıkıldı. Nemrud heykellerini bir ibret vesikası olarak koruyan Adıyaman da toprağa çöktü. Tam 11 ilimiz, 11 yüreğimiz, 11 pırlantamız toprağa bulandı, feryat ve figana boğuldu. “Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş, yavru gitmiş ıssız kalmış otağı ” diye ben de ağlıyorum Bayburtlu Zihni gibi.
Hangi boyutta olursa olsun, kıyametler hayatımızı baştan başa değiştirirler. Şairin “Camlar şikest olmuş (Kırılmış), meyler dökülmüş” dediği gibi pırlantalar saçıldı, mücevherat eridi, kolyelere gözyaşları dizildi, kalemlerin mürekkebine acı karıştı. “Laleyi sümbülü gülü har almış Zevk u şevk ehlini ah u zar almış Süleyman tahtını sanki mar almış Gama tebdil olmuş ülfetin çağı”
“Sümbüller perişan güller kan ağlar” iken, anneler feryat ederken her şey değişir. Evet, çağ değişir…
Zamanın üç boyutunu aynı an içinde toplayan Kutsal Kitabımızda bu dehşetli hadise sadece çağın değişmesinin de ötesinde yine üç boyutlu anlatılmaktadır.
“1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman/ 4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır./ 5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir./ 6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır./ 7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir./ 8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal “Deprem”/ Kuran-ı Kerim).
İlahi kudretin tezahürü ile beşeri sorumlulukların bir altın oran dengesinde vurgulandığı vahiy cümleleri her yönüyle ve her zamanıyla bir hakikat-ı berceste olarak parlamaktadırlar. Deprem içerisindekileri dışarı çıkarır, dışındakileri de içine çeker. Bu ne korkunç bir toprak hatta kayalardan oluşan bir girdaptır! İnsanın dehşetle “Ona ne oluyor?” demesinin keyfiyetini tam bilemiyoruz. Ancak, “İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır” ifadesi yerin altının yüzeye çıkarak kendini anlatması gibi yerin üstünde yapılanları da adeta haykırmasını vurguluyor olmasın? Nitekim “O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.” Ne yazık ki, yakılan binalar, çöken şehirler, zamanında erişilemeyen afetzedeler kim bilir kimlerin hangi “amellerini” dünya sayfasında neşretmişlerdir. Haşir de böyle bir neşir gibi olacaktır. Tıpkı yazıldığı gibi kim zerre ağırlığında hayır ve şer işlemişse karşılığını görecektir.
Milletimizin toplum ve birey düzeyinde yaşadığı dehşetli kayıplar, acılar en başta depremzedelerin feryatları deprem enkazları ve tozlarının ardından bir acı fecir gibi doğarken yüreğimiz taşınamaz oluyor. Kalemin mürekkebine acı karışmış, mücevher değerinin üzerinde genç fidanlar devrilmiş, inci kolyesi gibi uzanan fay hattının pırlanta şehirleri çökerken hepimizi ah u zar alıyor. Maddi dünya gibi hissiyat dünyası da karmakarışık; acıya ümit, hüzne dua, feryada derin isyan, iyiliğin negatifi kötülük, daha niceleri yoğunlaşıyor, nihai varlık boyutuna erişiyorlar. Maddi dünyadaki kötülükler, kusurlar, çelişkiler nasıl apaçık beliriyorsa hissiyat ve akıl dünyasında da her şey tebellür ediyor görene ve anlayana.
Derken ilahi mesaj da bu hengamede “amel işleme” irade ve kudretine sahip herkese sorumluluk düzeylerine göre adeta zerk ediliyor: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir./ Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir”.
Bir ümidim var ki kimbilir belki bu küçük kıyamet yerin altından olduğu gibi içimizden de iyilik ve yardım etme hislerimizi, çabalarımızı fışkırtacaktır. Kim bilir nice insani erdemleri de hayatımıza katacaktır. Dilerim her bir yardım isteği ve çabası, her bir yanlıştan dönme iradesi “Zerre ağırlığınca hayır, güzellik ve iyilik” gibi yeşersin içimizde. Dilerim ki, hala iyilik yapmak için zamanımız, imkanımız ve iç enerjimiz vardır. Bütün bu acılardan, yıkımlardan, dehşetli sarsıntılardan, kayıplardan sonra bizi yaşatacak değerler de bunlar değil midir? Güzellerin ağıtı ve güzellere ağıt böyle güzel değil midir?
Mehmet Ali BAL