Sertaç Taşdelen… O bir teknoloji girişimcisi, multidisipliner sanatçı ve tasarımcı. Pek çoğumuz ise onu Binnaz ve Faladdin’in yaratıcısı olarak tanıyoruz. Taşdelen yakın bir zamanda kendi adını taşıyan moda markasıyla da moda sektörüne hızlı bir giriş yaptı…
Sertaç Taşdelen… O kendi ifadesiyle “iflah olmaz bir iyimser, disiplinli, hep pozitif ve hayat aşığı bir insan”… Farklı deneyimlerle hayatı zenginleştirmekten yana olan Taşdelen bu prensibini iş hayatına da yansıtmış durumda. Pek çoklarımızın bildiği “Binnaz” ve “Faladdin”in de kurucusu olan Taşdelen, yakın zamanda kendi markasıyla moda dünyasına da adım attı. Aynı zamanda multidisipliner bir sanatçı olan Sertaç Taşdelen, merak edilen dünyasının kapılarını bu ay Gentleman’a açtı.
Gentleman: Sertaç Bey siz kurumsal hayatın ardından hayallerinizin peşinden giderek pek çok adından söz ettiren işe imza attınız. Bunları konuşacağız ama öncesinde sizi biraz daha yakından tanımak isteriz.
Sertaç Taşdelen: Klasik cümlem ile başlayayım; ben bir garip Sertaç’ım, eczacı anne ve babanın tek oğlu; 83’lü, Ankaralı, Bilkent’liyim. İflah olmaz iyimser, disiplinli, hep pozitif, hayat aşığıyım, o kadar ki uykuyu bile sevmem, her saniyenin hakkını vermek için. Kendimi sadece tek bir meslek grubuna ait hissetmiyorum; farklı deneyimlerle hayatımı zenginleştirmek ve bu kısa ömürde, olabildiğince yaşamı deneyimlemek isteyen biriyim. Şu anda soracak olursanız, teknoloji girişimcisi, multidisipliner sanatçı ve tasarımcı olarak cevap verebilirim.
G: Dünyaca ünlü şirketlerde kariyer yaparken nasıl oldu da girişimcilik maceranız başladı?
S.T: Bilkent mezuniyeti ve Foça Komando okulundan sonra kurumsal kariyerime 2005 yılında; 22 yaşında Dubai’de Ernst & Young’da Yönetim Danışmanı olarak başladım. Dubai’de geçen 4 yılda dünyanın en büyük şirketlerine finansal ve kurumsal danışmanlık yaptım. Uzak Doğu’ya duyduğum hayranlık, 2010’da aynı şirketin Singapur ofisine transfer olmama vesile oldu. Fakat içimdeki özgürlük aşkı, beni kurumsal hayatta istediğim tatmini bulamamaya ve yeni arayışlara itti.
G: Faladdin bildiğimiz kadarıyla ilk ses getiren işlerinizden biri oldu.
S.T: Hikaye aslında 2010’da Dubai’den Singapur’a transferim esnasında gittiğim bir yemekte, arkadaşlarımın “Keşke Binnaz Teyze (Annem) yanımızda olsa da kahve falıma baksa” dediği anda yanan bir ışıkla başladı. Sonrasında beni hayatın tesadüflerinin bir araya getirdiği ortağım Kaya ile kafa kafaya verdik ve annem Binnaz Hanımın verdiği ilhamla yola çıkarak gerçek danışmanların yazılı, sesli, görüntülü hizmet verdiği “Binnaz” uygulamasını hayata geçirdik. 2012 yılında çalıştığım kurumsal şirketten ayrıldım ve Binnaz ekibiyle göz açıp kapayana kadar yüzlerce kişilik bir ekiple yüzbinlerce kişiye hizmet verir hale geldik. Ama baktık ki bizim hayalimiz, milyonla, milyarla ölçülecek gibi değil, bu sefer Binnaz ekibi, 2017’nin Ocağında ‘Faladdin’i doğurdu. Faladdin, teknoloji ile sihrin bir harmanı, yapay zeka ile gerçek yorumcuların bir bileşeni.
G: Biraz da yeni heyecanlarınızı konuşalım. Moda tarafındaki girişiminizi yakın bir zamanda hayata geçirdiniz. Nasıl oldu anlatır mısınız?
S.T: Sertaç Taşdelen markası hayatımda kendimi gerçekleştirme hikayemin bir parçası. Özellikle pandemide evlere kapandığımız zaman, varoluşsal olarak bir muhasebe yapma fırsatı buldum ve çocukluğumdan beri en çok keyif aldığım şeyler olan sanat ve tasarımı hayatıma dahil etmeye karar verdim. 2022’nin başında, iş arkadaşlarımla bir kafede oturmuş laflıyorduk; onlara şu soruyu sordum, “Para kazanma zorunluluğunuz olmasa ne yapardınız?” Kimisi “Restoran açarım” dedi, kimisi “Film çekerim”; tabii aynı soru bana da geldi; dedim ki “Tasarım yapardım”. Bu cümle aslında her şeyin başlangıcı oldu. Tasarım yapmak ve adım atmak için ihtiyacım olan şey para değil, sadece cesaretti. Bir adım attım ve konu bu markanın çıkmasına vesile oldu. Moda benim için bir felsefeden yola çıkan, kişinin kendi kültür, zevki ve duruşunu sergileyen bir ifade biçimidir. Sertaç Taşdelen markası da hayatımda yeri olan Orta Doğu ve Uzak Doğu’dan esinlenen ve minimalizmi harmanlayan bir tasarım felsefesi olarak doğdu. Koleksiyon, zamansız, minimal parçalardan oluşuyor, bir nevi benim de modaya olan bakış açımı yansıtıyor.
G: Markanız daha çok kimlere hitap ediyor?
S.T: Kişiyi kişi yapanın kıyafetleri olmadığına inanan, kendi durusu, söylemi, varoluşsal felsefesi olan, bir birey olmayı başarmış kişiler. Bu kişiler, 18 yaşında bir dijital sanatçı da olabilir, 80 yaşında bir mimar da. Kendimizi herhangi bir kalıba, herhangi bir gruba, herhangi bir geçmişe ait hissetmiyor; insan olmanın gerçek özünü arıyoruz. Eğer bir “kimse” olmak istiyorsanız, X markasını, ama siz gerçekten bir kimse iseniz “Sertaç Taşdelen” giyebilirsiniz.
G: Tasarım ekibinizde kimler var?
S.T: Tasarım ekibimiz tamamen, ekibimizde yer alan herkesin, her saniye katkı yaptığı bir süreç. Marka sadece kıyafetlerimizin tasarımlarından oluşmuyor, sosyal medya kanalları, moda filmi, deneyim tasarımı, üretim, gibi son derece geniş bir yelpazeye yayılmış; neredeyse 80 kişinin emeği ile ortaya çıkmış, adeta damıtılarak gelmiş bir tasarım sürecinden bahsedebiliriz.
G: Peki satış kanallarınız ve noktalarınız nereler?
S.T: Kendimizi bir teknoloji şirketi olarak tanımlıyoruz; dolayısıyla online olarak sertactasdelen.com ve ürünlerimizle aynı enerji ve frekansta olduğuna inandığımız mekanlarda. Şu anda İstanbul, Bodrum, Çeşme ve Dubai’de seçkin mekanlarda ürünlerimizi bulabilirsiniz.
G: Sizin lükse bakışınız nasıl? Daha doğrusu sizin için lüksün tanımı nedir?
S.T: Benim için lüks; kalite, konfor ve sadelik… İnsanoğlunun kendi kendine yarattığı bu kaos, karmaşa ve pislikten kaçmak için yine kendi kendimize yarattığımız bir zahiri vaha aslında. Biz, bu kendi yarattığımız düzensizlikten düzene geçmek için bir ekstra ücret ödüyoruz; bu da lüksün varoluşunu gerçekleştiriyor. Lüks, benim için bir kuş sesi veya güzel bir manzara.
G: İş dışında, sanat çalışmalarınızın da olduğunu biliyoruz. O tarafta neler yapıyorsunuz?
S.T: Kendimi multidisipliner bir sanatçı olarak tanımlayabilirim. Küçüklüğümden beri sanat hayatımın hep bir parçası olmaya devam etti, onlarca grup sergisinde fotoğraf işlerim sergilendikten sonra, solo sergide de çalışmalarımı sergiledim. Şu anda ise “Mukadderat’’ adlı dijital çalışmam dünyanın birçok yerinde sergilenmeye devam ediyor.
G: Siz de sanata meraklısınız. Uzun yıllardır fotoğraf çekiyorsunuz ve sergiler açtınız. Bu merakınız nasıl başladı anlatır mısınız?
S.T: Görsel sanatlara merakım tamamen içgüdüsel. Dünyanın karmaşıklığı, düzensizliği ve kimi noktada insanoğlu olarak yarattığımız çirkinliği bertaraf etmek için kendi kendime yarattığım bir dünya. Bu yüzden görsel ve plastik sanatların her dalı ile ilgilendim ve üretmeye de devam ediyorum. Çok küçük yaşlarda dedemin bana hediye ettiği “Yashica” markalı bir fotoğraf makinesi ile başladım. Hatta, o zamanlar biliyorsunuz fotoğraflar tabediliyor, bizim de mahallemizin foto stüdyosu, fotoğrafları tabederken birini büyütüp, kendi vitrinine asmıştı. Sonra yine küçükken, akademisyen heykeltraş bir aile dostumuzun atölyesinde heykelle tanışmış, bir yazımı orada çıraklık yaparak geçirmiştim.
G: Daha çok ne tarz fotoğraflar çekiyorsunuz?
S.T: Burada da bir çeşitlilik söz konusu. Fakat, daha ziyade, hayatta beni çocukluktan beri meşgul eden bazı sorular var, mesela kader, kainat, varoluş, ilişkilerimiz, veya kendimizle olan sorgulama gibi; bunları fotoğraf, heykel, veya dijital işlerle cevap aradığım bir süreç benim için sanat yaratımı.
G: Peki Sertaç Taşdelen’e biraz da iş dışındaki yaşamını soracak olursak neler yapmaktan keyif alır?
S.T: İşkoliklik tanımı mıdır bilmiyorum ama, iş dışındaki yaşamım da hep üretme ihtiyacı ile geçiyor (gülüyor). Tüketmekten değil, üretmekten ve deneyimlemekten keyif alıyorum. Doğa ile bütünleştiğim her an benim için çok keyifli; sanat ve spor da hayatımın büyük bir bölümü.
G: Modanın içinde olan biri olarak bize giyim tarzınızdan bahseder misiniz?
S.T: Bu aralar sadece kendi koleksiyonumu giyiyorum desem yalan olmaz. Sade, rahat ve konforlu olması benim için önemli. Hayatım boyunca marka merakım olmadı, hala da yok. Bu aralar özellikle, kendi markamdan başka bir şey giymiyorum (gülüyor).
G: En sevdiğiniz gezi rotalarınız?
S.T: Spiritüel olarak kendimi yakın bulduğum coğrafyalar var; Orta Doğu ve Orta Asya. Geçen yaz Moğolistan’ı motorla gezdim; bu sene Özbekistan, Nepal, Tibet var seyahat planlarım arasında.
G: Bu yaz için tatil planlarınız neler?
S.T: Aslında, tatil planı yapmıyorum, hayatın kendisini topyekün bir deneyim olarak değerlendiriyorum, ve her anım, öğrenerek, gezerek, çalışarak geçiyor. Tatil midir bilmiyorum, ama Antarktika’ya gitme niyetim var.
G: Yeme – içme ile aranız nasıldır? Favori mekanlarınız hangileri?
S.T: Sanırım görsel dünya hayatımın önemli bir bölümünü kaplıyor, o yüzden yeme-içme kısmi çok gelişmemiş (gülüyor). Hiç ahkam kesmeyeyim; mesela bir hap olsa da yutsam, yemek yemeye gerek kalmasın diye düşünüyorum bazen.
G: Hayat mottonuz?
S.T: “Don’t worry, be happy!”
G: Otomobillere meraklı mısınızdır? Mesela bir araçta olmazsa olmazlarınız nelerdir?
S.T: Tam bir otomobil hastasıyım; çocukken de bir çok küçük arabam vardı. Alternatif bir evrende kaporta ustası olabilirim sanırım. Otomobillerin tasarımları benim için çok ön planda. Gerekiyorsa yavaş gitsin, ama güzel olsun.
G: Son olarak eklemek istediklerinizle sohbetimizi noktalayalım.
S.T: Kendimizi tanıyalım, büyük hayaller kuralım, bunları aksiyona dökelim, çok çalışalım ve pozitif olalım!