Özgün ve Yenilikçi “Bir Dokuma Ustası” Fırat Neziroğlu

Dünya çapında tanınan ve dokuma sanatında çeyrek asrı geride bırakan Fırat Neziroğlu, dokuma tutkusunu ve çağdaş yaklaşımını Gentleman’a anlattı… 

Fırat Neziroğlu… O, dokuduğu her nesneye yeniden boyut kazandıran bir sanatçı… Öyle ki, imza attığı eserleriyle de dünya çapında ün yapmış bir isim aynı zamanda.   “Dansın dokumacısı” olarak da tanınan Fırat Neziroğlu’nu bu ay atölyesinde ziyaret ettik ve sanatı üstüne keyifli bir söyleşiye imza attık…

Gentleman: Fırat Bey,  dokuma çalışmalarınızda geleneksel dokuma resim tekniğine getirdiğiniz ögelerle çağdaş bir yaklaşım ortaya koyuyorsunuz. Sanatınızı sizden dinlemek isteriz…  

Fırat Neziroğlu: Dokuma bir dildir, okunur. Dokuyucunun duygularını aktardığı ve anlaşıldığı zamanlar, teknolojinin hayatımıza girmesiyle geride kaldı. Gençlik zamanlarımı dans ederek sahnede geçirmiş biri olarak, performans sürecindeki iletişimin, izleyici – yorumcu bağının kuvvetini çok iyi biliyorum. Bir yandan da ana dilimin kendimi ifade etmek için en doğru yol olduğunun da farkındayım. Dolayısıyla tarihin en eski kumaşının bulunduğu Çatalhöyük, tarihin en eski halısı Pazırık’ın düğümü olan Türk Düğümü ve dünyadaki ismi de Kilim olan yer yaygılarının coğrafyasında başka hangi dille konuşabilirdim ki… Bu dokuma dilinin de kullandığımız yaşayan dilimiz gibi değiştiğinin farkında oluşum gelenek ile çağdaş üretimi bir araya getirmiş olabilir. Dokunan kilimlerin alfabesine örnek olarak; dokuyucu kadın evlendiği evinde mutluysa pek çok desen içinden hayat ağacı dokurdu. Hayat ağacı ile “eve bolluk, bereket ile geldim, soyu devam ettirmeye geldim” derdi. Mutsuz ise yine pek çok desen içinden pıtrak dokurdu. Pıtrak dikenli küçük otlardır. Bu otlar eteklerin, pantolonların paçalarına takılır, evlere girerken temizlemek gerekirdi. Temizlik hem vakit alır hem de can yakar. Dokuyucunun duygusal ıstırabını okumamız bu kadar kolaydır. Ancak bugün şehirde beton, asfalt ve çamur görürken hala pıtrak dokuyor olmak iletişim sorunu yaratır. İşte tam bu yüzden ben de o günün dokuyucularının hislerini anlayıp bugünün diliyle anlatıyorum.  

G: Geliştirdiğiniz bu teknik “Dünya Çağdaş Sanatı” içinde kendi isminizle anılmanızı sağladı. Bu sürece giden yolculuğunuzun öyküsü nasıl oldu?  

F.N: Bence “Evet şimdi harika bir iş yapacağım, müthiş bir yenilik bulacağım” bakış açışıyla başlanan işlerin sonu hüsranla sonuçlanıyor. Yenilik için en önemli başlangıç yöntemi ihtiyaçların neler olduğunu tanımlamak. Ben dokumaya başladığım zamanlarda klasik anlamda teknikler ve yöntemler kullanıyordum. Dokuma çok uzun süren bir eylem. Arkadaşlarım okuldan kalan vakitlerinde gezip eğlenirken ben günler geceler boyunca tezgah başında kalıyordum. Kendime vakit ayırabilmek, arkadaşlarımla vakit geçirebilmek için bazı yerleri dokumamaya başladım. İşte bu ihtiyacıma cevap olarak daha az dokuma isteği bugün kendi adıma bir dokuma tekniğinin gelişmesine yol açtı. Zamanla dokumanın çözgü denilen dikey iplikleri boşta kaldığı ve dokuduğum desenlerle yarıştığı için beni rahatsız etmeye başladı. Böylece boşlukta kalan çözgüler de görünmesin diyerek misina üzerine dokumaya başladım. Yine bir ihtiyaç…  Bu boşlukta yüzen dokumalar, ışık ve gölge artık beni tanımlayan bir tekstil tekniği haline geldi.  

G: Dünya genelinde pek çok üniversitenin tekstil bölümlerinde kişisel dokuma tekniği derslerinde sizin çalışmalarınız anlatılıyor. Bu sizde nasıl duygular uyandırıyor? 

F.N: Yurt dışında pek çok üniversitede tekstil bölümlerinde tekniğim anlatılıyor, aynı zamanda bu yıl ilköğretim 11. Sınıf  kitaplarında yer alıyor. Kanada’nın en önemli tekstil derneğinde “Fırat Neziroğlu gibi dokumak” isimli günler düzenleniyor. İstanbul Teknik Üniversitesi ve Süleyman Demirel Üniversiteleri’nde de hayatım ve tekniğimi anlatan iki yüksel lisans tezi bulunmakta.  Çalışmalarımın bir gün böyle bir bilinirliğe ulaşacağını asla düşünmezdim. Ben yıllardır sadece kendim için dokuyorum. Dokumak da çok uzun ve yalnız bir eylem olduğu için dışarıda işlerimle ilgili neler oluyor hiç farkına varmıyorum. Ancak bu deneyimlerimin bu gün bir dil olması, yeni bir dilin de dünyada tanınıyor olması beni çok mutlu ediyor.  Aynı zamanda daha çok kadına atfedilmiş bir tekniği uyguluyor olmak bu gün üniversitelerin dokuma bölümlerine daha çok erkek öğrencinin de başvurmasına neden oluyor. Bunu üniversitelerdeki öğretmen arkadaşlarımdan öğreniyorum ve mutluluğum katlanıyor.  

G: Usüldendir sorulur, ilham kaynaklarınız nelerdir? 

F.N: Ben insandan etkileniyorum. Her türlü duygu ve bu duyguların gözlere yansıması beni çok etkiliyor. Bu yüzden 25 yıldır portreler dokuyordum. Göz göze bakışmak, anlaşmak üzerine araştırmalar yapıyorum. Ancak bu yıl gözlerimi kapatmaya karar verdim. Maçka Sanat Galerisi’nin ikonik nişinde sergilediğim bu gözlerimi kapattığım eser ile bir dönemi kapatmış oldum. Artık gözlerimi kapattım ve içindeki denizde yüzen balıkları dokumaya başladım. Bakalım bu serüven beni nereye götürecek? 

G: Siz çeyrek asırdır Anadolu’yu gezerek kaybolan kumaşların izini sürüyorsunuz. Bu nasıl bir yolculuk? 

F.N: Anadolu’nun coğrafi işaretli dokuma tekniklerine hakimim… Üniversite’de lisans eğitimimi tamamladıktan sonra dokuyuculukta öncü illerini ziyaret etmeye başladım. Bu gezilerim sırasında usta dokuyucularla birlikte aynı tezgahları oturdum, onların çırağı olarak çalıştım. Bu geziler sırasında unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş kumaşları inceledim, bu kumaşların tekrar gün yüzüne çıkması için çalıştım. İçin hazırladığım kumaş tasarımlarında bu teknikleri kullandım, geleneksel Türk kumaşlarını günün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde günlük kullanıma uyarladım. 25 yılı bulan Anadolu gezileri sürecinde tanıştığım dokuyucular ve öğrendim tekniklerle oluşturduğum yeni tezgah ve kumaş örgüleriyle hazırladığım Türkiye’de ilk kez projelendirilen Türk kumaşlarının çağdaş yorumları ile Anadolu dokuma haritasını günden güne zenginleştirmekteyim. Aynı zamanda birbirinden farklı şehirlerdeki bu dokuyucu köylerini birbirine bağlayarak aralarında bir ağ kurmakta ve Türkiye’nin her köşesine ilmek ilmek birbirine bağlamaktayım. Örnek olarak Şile ve Fethiye’de gözetimimde yörenin kadın dokuyucuları tarafından dokundan coğrafi işaretli kumaşlar, Çanakkale Nevruz Köyü Kadınları tarafından dikiliyor ve giysi haline getiriliyor.   

G: Eski kumaşların güncel yorumlarını nasıl yapıyorsunuz? 

F.N: Anadolu’nun temel dokuma sistemi olan iki ayaklı tezgahlarını 4 ayaklı formata çeviriyorum ve bu Anadolu’da bir ilk. Böylece çizgili klasik desenler yanında daha fazla desen üretebiliyorum. 2 ayaklı sistemi 4 ayaklı sisteme çevirdiğimde gördüm ki yörelerin orijinal kumaşları kendi içlerinde çift katlı dokunabilmekte, kendisiyle astarını aynı anda dokuyabilmekteyim.   Şile Belediyesi ile yaptığım çalışmada ince olan ve iç gösteren Coğrafi İşaretli Şile Bezi’nin kalınlaştırılması üzerine çalıştım. Şile’ye ilk defa  4 ayaklı tezgahlar getirdim, çift katlı bir örgü tasarladım ve iki şile bezini aynı anda dokuyup yer yer iki katı birbirine bağlayarak kendinden Şile Bezi astarlı çift katlı kumaş elde ettim. Böylece Şile Bezi konstrüksiyon olarak hiç bozulmamış ancak istenen kalınlığa ulaştı. Coğrafi İşaretli Fethiye’nin üzümlü Dastarı için de kumaş dokuyucularını yerinde ziyaret ettim. Bölgenin en yaşlı dokuyucuları ile bir araya geldim, sohbetler ettim. Yere yakın normale göre daha kısa bacakları olan dokuma tezgahında dokuyucuların dizlerinin normalden fazla büküldüğünü gördüğümde tezgahların oturma kısımlarını yeniden tasarladım.  Giresun Piraziz Köyü’nde yaklaşık 1000 Karayaka koyunu var. Bu koyunların yünlerinin her yıl kırkıldığı ve kırkılan yünler kalın olduğu için Yeni Zelanda’dan yün ihraç edildiği ve yünlerin yüzde 70 Yeni Zelanda yünü, yüzde 30 karayaka koyunu yünü kullanılarak keçeleştirildiğini öğrendim. Bu bilgi üzerine Giresun’a gidip saf Karayaka koyunu yününden keçe tabakalar oluşturdum. Bu keçe kalıplardan da ayakkabı ve botlar tasarlayıp ürettim. Aynı zamanda Bilişim Vadisi Giyilebilir Teknolojiler Danışmanı olarak yaptığı testlerde yünün şehir elektriğinin insan üzerindeki negatif etkilerini engellediğini gördüm.  Sadece desen ve renk tasarlamaktan ziyade kumaşın doğal liflerinin doğaya ve insana faydaları üzerine araştır anlar yapıyorum ve Bilimin ışığında yeni kumaş konstrüksiyonları tasarlamaya devam ediyorum.  

G: Karakteristik dokuma resim tekniğinin yanı sıra tekstil tekniği bileğilerinden yararlanarak keçe heykeller de üretmektesiniz. Onlar hakkında da bilgi alabilir miyiz?  

F.N: Keçe de tam bir Anadolu bilgisi. Bu bilgiden yararlanırken yine bir anlatım dili oluşturmak istedim. Yine bir gerçeklik arama peşindeyim. Rönesans’ın eşsiz tekniğini nasıl uygularım ve Anadolu dilini nasıl yorumlarım diye düşünürken geleneksel keçe tekniğimiz ile heykeller yapma fikri doğdu.  Kınalı bir ebe eli ile tılsımı, bir Derviş eli ile haktan alıp halka vermek fikrini, Doğu batı arasındaki köprüyü anlatmak için kınalı bir eli anlatırken Anadolu, Mezopotamya, İstanbul köprüsü üzerinden bizleri anlattım. 2008’de dünya turnesine çıkan keçe heykellerim 2018’de Türkiye’ye geri döndü.  

G: Anna Laudel Bodrum, 18 Haziran – 31 Temmuz 2022 tarihleri arasında “İçimdeki Deniz” başlıklı sergiye ev sahipliği yaptı. Bu sergide hangi eserleriniz yer aldı? 

F.N: Gözlerimi kapattığımda aklımdan geçen hep aynı şey oldu. İsmim Fırat, artık içimdeki nehirde yüzen balıkları izleyeceğim… Bodrum sergisi ile bu balıkları dokumaya başladım. Üstelik artık dokumanın olmazsa olmazı çözgülerini de germeyi bıraktım. Suda yüzmek misali ferahladı dokuma. Bulduğum dokuma düğüm kombinasyonları sayesinde artık dokumalarım çok özgür.   Kilim, halı ve nakış tekniklerini kullandım. Hepsi de boşluk içinde ve kontürsüz. Bu teknikler ve sergileme biçimleri de yine daha önce herhangi zanaatkar ya da sanatçı tarafından kullanılmamış tekniklere dönüştü. Kendi içime dönme ihtiyacım beni sürekli kendimle buluşturuyor.  Sergiyi pek çok duyu ile zenginleştirmek istedim. Eserlerime dokunabiliyorsunuz, video yerleştirmem üzerindeki müzik tüm işlerle bağ kuruyor, izlerken size eşlik eden koku için okyanus teması üzerinden yola çıktık. Cabir Çobanoğlu ile işbirliğimiz sayesinde gelişen bu koku artık beni temsil etsin, eserlerimin gittiği her yerde olsun niyetindeyim. Su içinde dans ettiğim ışık ve akış performansımın yer aldığı bir video, sergiye farklı bir soluk getirdi. Dans ederken de önce müziği dinler, gözlerimi kapatır hareketi hissetmeye çalışırdım. İçimdeki denize dönmek için suya girmek çok iyi geldi. Suyun içinde olmak, harekete verdiği zorluk ya da kolaylıkları anlamak dokuduğum balıkların da dans etmesine yol açtı. Dingin, akışkan, sakin bir o kadar dinamik bir sergi oldu. 

G: Yakın zamanda sanatseverlerle buluşacak yeni sergileriniz olacak mı? 

F.N: Bu yıl yeniden sahneye dönüyorum. Dokumalarımın ilhamı ile sahneye koyacağım iki ayrı müzikal için çalışmalara başladık. 20 Ağustos’ta Beşiktaş Akaretler’de bir binanın cephesine 3 metre boyunda bir iş yerleştiriyorum. Eylül’de New York Fashion Week’te Anadolu kumaşlarından hazırladığım defilem için de hazırlıklar sürüyor.  

G: Türk sanatının uluslararası arenadaki temsilcilerinden birisiniz. Bu size neler hissettiriyor? 

F.N: Türkiye, Anadolu o kadar zengin, doğurgan ve ilham verici ki bu kültürü herkesin tanıması içimi coşturuyor. Gittiğim her yere bizim için sıradan olan nakış, dantel ya da kumaşları yanımda götürüyorum. Görenlerin hayreti koltuklarımı kabartıyor.  Kendi dilimle konuşuyor, kendi dilimi anlatıyor olunca herkesle gönülden bir iletişim kuruyorum. Kurgusuz, yorumsuz saf bir iletişim. Bunun keyfini anlatmam zor. 

G: Zamanınızın ne kadarını atölyenizde geçiriyorsunuz? 

F.N: Bunca hızlı ve yoğun programa; dans, dokuma, tasarım disiplinlerinde eşzamanlı üretim yapmama rağmen kendime çok vakit ayırıyorum. Her gün atölyeme uğruyorum. Üretim zamanlarım farklı, bazen gece bazen gün içinde… Yanlış bir ameliyat sonrası sağ tarafım bir yıl felç kaldığında dahi her gün bir satır dokudum. Kendimi iyi hissettiğim her an atölyemde oluyorum.  Bir metrekare boyutundaki portre dokumalarım ortalama 580 – 600 saat kadar sürüyor. Bir piyanist sahneye çıktığında tuşlara asistanı basmıyor, biz sanatçının duygusunu ellerinden döküldüğünde hissediyoruz. Dolayısıyla kilim, halı özelinde değil genel olarak sanatta sanatçının da zanaatkar olmasını daha kıymetli buluyorum. Ben de her sanat eserimi kendim üretiyorum.  

G: Hali hazırda üzerinde çalıştığınız eserleriniz hakkında bilgi alabilir miyiz? 

F.N: Misinalar, Vegan ipekler (ipek ipliği için ipek böceğinin öldürülmediği teknik), elde eğitilmiş yünler ve atık tekstilleri bizzat geri dönüştürdüğüm iplikler. Bu malzemelerin tamamı içimdeki denizde anlam buluyor.  Deniz, balık, insan üçgeni içinde yeni işler yapmaya devam ediyorum. Ayrıca deniz teması ardından beni tanımlayacak bir koku da geliştirildik. Bu kokuya eşlik edecek formlar üzerine çalışıyorum.  

G: Peki boş vakitlerinizde neler yaparsınız? 

F.N: Hep arkadaşlarımla vakit geçiririm. Şef Mehmet Yalçınkaya ile ‘food styling’ üzerine atölyeler yürütmeye başladıktan sonra özellikle esnaf lokantaları buluşmaları bu sıralar en büyük keyif alanım. Dostlarımla yeni yerler keşfediyoruz, eser üretimimde çok yalnızım,  dolayısıyla boş vakitlerimde hep dostlarım yanımda oluyor.  

G: Yakın zamanda Anadolu’ya yolculuk var mı, rotalarınız nereler olacak? 

F.N: İlk durağım Çorum. Demet Sabancı, Essum Saatçi Aslan ve Turkey One Derneği ile daha önce arkeolojik bir tur yapmıştık. Büyük Hitit Kraliçesi Puduhepa beni çok etkiledi. Hatta gezi dönüşü Polonya’da yarışan Türkiye Güzelimizin Ulusal Kostümünü Puduhepa teması üzerinden hazırladım.  Puduhepa tarihin bilinen ilk savaşı Kadeş’i bitiren ve barış anlaşmasına Mührünü basan dünyanın en güçlü kadınlarından biri. Aynı zamanda Çorum’da Kargı Bezi dokuyuculuğu da çok köklü. Şile Bezi, Fethiye Üzümlü Dastarı, Giresun Piraziz keçesi ile birlikte sırada Çorum Kargı Bezi ve Büyük Hitit Uygarlığı üzerine çalışmak var. 

G: Günlük yaşamınızda nasıl birisiniz, en keyif aldığınız etkinlikler nelerdir? 

F.N: Hayattan keyif alıyorum. Olanla, olmayanla, isteklerimle pek ilgilenmiyorum. Akışa bırakıyorum kendimi. Dolayısıyla genelde mutluyum. Mutluluk tanımı benim için çok kolay dolayısıyla. Anlatılmayan ama yaşamımda çoğaltıp paylaştığım anlar bütünü. Dost sohbetleri en sevdiğim zamanlar. Rabia Çapa ile sohbet mesela. Kendisi ile gönülden bir bağım var. O Türk çağdaş sanatının ilk ev sahibesi. En büyük şansım dostlarımın çok donanımlı insanlar olması. Beni bilgileriyle, deneyimleriyle büyüten çok dostum var. En sevdiğim zamanlar dostlarla büyüdüm zamanlar.  

G: Hayranı olduğunuz şehirler ? 

F.N: Sayamam, klişe bir söz vardır; dünyanın her köşesi başka bir doku, her dokusu başka bir koku. 

G: Okurlarımız için bir Anadolu tatil rotası çizseniz bu rotada nereler olurdu, hangi durakları keşfetmelerini önerirdiniz? 

F.N: 2016 yılında Tayland Kraliçesi Queen Sirikit’in doğum günü kutlamaları nedeniyle Tayland’a davet edildim. Önce ülkeyi gezip dokuyucularla zaman geçirdim. Ülkeden öğrendiğim ve gözlemlediğim bilgiler ile Kraliçeye bir Kumaş ve Sanat Eseri dokudum. Ardından Taylan Krallığının marka elçisi olarak davetler devam etti. O sıralarda hep düşündüm: Biz Türkiye’ye birini davet etsek, ülkeyi gezdirmeyi ve anlatmayı önersek. Kaç yıl sürer bu seyahat? 2 yıl mı, 3 yıl mı? Her köyü, her dağı, her denizi başka güzel. Folklörü ayrı, giyim kuşamı ayrı, kültürü ayrı, estetiği ayrı…  Dolayısıyla rota önerim şöyle; bulunduğumuz noktaya en yakın köye gidiyoruz, ardından oraya daha yakın ve dahası… Adım adım görebildiğimiz kadar yer görmekte fayda var. Bir de zaman… Genelde ilkbahar ile başlayan düğünleri görmekte fayda var…  

Dergimiz her ayın ilk haftası Türk Telekom Dergilik, D&R, Remzi Kitabevi ve tüm seçkin marketlerde…